Ağır baskıcı ahlaksızlık döneminde gazetecilik!

Saray’ın istediği tip bir gazetecilik yapmak için kişiliğinizi ve vicdanınızı bir palto gibi evinizin dolabına asmalısınız.

Meclis komisyonunun gerçek yüzünü ortaya çıkarma çabası bile göstermediği 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Saray, darbecilerden çok gazetecilere düşman kesildi. Türkiye’nin hukuku, adalet sistemi, iş dünyası, vergi sistemi gibi darbesi de şaibeli. Gazetecilerin susturulma çabası, gerçekle-yalananın birbirine girdiği bu dönemde, halkın gerçeğe ulaşmasın engelleme girişiminden başka bir şey değil.

Elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kendisine teslim olmayan, direnen, yaptıklarını sorgulama cesareti gösteren gazetecilere duyduğu öfkenin de payı büyük bugün gelinen noktada. Ya da halen Türkiye sınırları içinde gazetecilik yapmaya devam eden arkadaşlarımıza verilen gözdağı da cabası…

Amerika’nın bile giderek Türkiyelileştiği bir ortamda çok umutlu olmak kolay değil. Ama CNN’i açtığınızda, New York Times’ı elinize aldığınızda, Washington Post’u ve şimdi sayamadığım onlarca haber sitesine girdiğinizde umudunuz artıyor. Gerçeğin peşine düşen, susmayan, sorgulayan gazetecilere saygınız da elbette…

Saray’ın istediği tip bir gazetecilik yapmak için kişiliğinizi ve vicdanınızı bir palto gibi evinizin dolabına asmalısınız. Yeni sahip bulmuş bir köpek yavrusu gibi davranmalısınız. Tek çabanız, sahibinizi mutlu etmek olmalı.

Bunu kabul etmeyenler, dik duranlar bugün dört duvar arasında. Şahin Alpay’dan Nazlı Ilıcak’a, Kadri Gürsel’den Ali Bulaç’a kadar her fikirden, her görüşten insanın cezalandırılma nedenleri bu: Teslim olmamak.

Gazetecilerin halk adına iktidarı ve eylemlerini sorgulayamadığı, yargının bağımsız bir güç olmaktan çıkıp Basın-Yayın müdürlüğü gibi iktidarın doğrudan aracı haline geldiği ülkenin huzurlu ve müreffeh olması mümkün değildir. Hele bu ülke ideolojik, dinsel ve etnik fay hatları üzerine kuruluysa.

Böyle bir ülke uluslararası arenada itibarsız ve güçsüzdür. Türkiye’nin son dönemde Suriye üzerinden Amerika ve Rusya ile yaşadıkları bunun açık göstergesidir. İki ülke de Türkiye’nin içinde bulunduğu çaresiz durumun farkında.

Erdoğan, elinde YGP’lilerin Rus askerlerle çekilmiş fotoğraflarıyla Rusya’ya gidiyor. Putin’e bu fotoğrafları gösteriyor. Sonuç: Rusya, YPG’yi korumak için Kuzeybatı Suriye sınırına Rus bayrağı dikiyor.

Amerika daha da ileri gidiyor, Ankara’nın bütün itirazlarına rağmen YPG’ye ağır silah vermeye başlıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington’a geldiğinde silahların dağıtımı neredeyse bitmiş olacak. Zaten Kürtler, Rakka’nın merkezine dört kilometre yaklaşmışken başka bir şeyi düşünmek bile yanlış.

Ve elindeki mülteci kartı sayesinde Avrupa’ya esip gürleyen, Obama’ya açıktan hakaret eden AKP ve medyası kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırmış bir kedi gibi sessiz. Çünkü gücü yok. Ekonomik olarak da yok, askeri olarak da yok, toplumsal bir bütün olarak da yok.

Varsa yoksa Rıza Zarrab…

Washington’daki görüşmenin temel konusunun aslında o olacağı anlaşılıyor. Muhtemelen Türkiye’de FETÖ’den tutuklu papazın serbest bırakılması ve Suriye’de Amerika’nın yoluna taş konulmaması karşılığında Rıza konusunda bir anlaşmaya varılacak.

Sonuç ne olacak: Türkiye’nin varlığına tehdit kabul ettiği Suriye Kürdistan’ın varlığının fiilen kabulü olacak. Irak ve Suriye Kürdistan’ındaki fiili durumun hukukileşmesi tahminden daha kısa sürecek.

Bir halkla birlikte bir savaşa girdiğinizde, iş bitince çekip gidemezsiniz. Savaş sonrasına ilişkin plan yapar, ortağınızın orada güçlü bir şekilde varlığını sürdürmesine zemin hazırlarsınız. Amerika’nın Kürtlerle yapacağı tam da budur. Çünkü, Suriye-Irak cephesinde kendi çıkarları için savaşırken Amerika’nın da çıkarlarını koruyan güçlü bir ordu ortaya çıkmaktadır.

Türkiye bugün mehteri vererek yoluna devam ediyor ama nereye kadar. Giderek askerileşen ekonomisini ayakta tutması zorlaşıyor. Alevi-Sünni, Türk-Kürt, laik-dindar gerilimi nefret düzeyine gelmiş bir toplum yapısı var ve muhalefeti ve medyası dahil, sağlıklı, saygı duyulan, güvenilen bir tek kurumu yok.

Buna çürüme diyoruz.

Türkiye açıkça çürüyor. Susan herkes burnunu tıkayarak, vicdanını susturarak yaşamak zorunda artık ama çürüme kokudan ibaret bir olay değil. Sonuçları daha da ağır. Bunu görmemek için kör olmak gerekir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi