'Bir tarafta dayanışma, bir tarafta da yalnızlaşma var...'

Biri dışında hepsi hekim. Çoğu KHK mağduru ya da kendi deyimleriyle "KHK mağruru".

Şimdi oyuncu olarak sahnedeler ve Dostoyevski'nin Haldun Taner tarafından oyunlaştırılmış bir hikâyesinde bugünün Türkiye'sine tiyatro üzerinden göndermelerde bulunuyorlar. Deneyimli yönetmen Orhan Alkaya'nın rejisiyle uzunca bir süredir prova yapan grup, barış için mücadelede dayanışmadan vazgeçmeyeceklerini deklare ediyor. Yönetmen Orhan Alkaya ve oyuncularıyla son provaları öncesi buluştuk ve sohbet ettik:


İshak Karakaş- TTB olarak KHK ile görevinden ihraç edilen akademisyenlerin oynadığı bir tiyatro oyunu sahneliyorsunuz. Öncelikle bu fikir nasıl doğdu?  Oyundan beklentiniz neydi?

Samet Mengüç- Son dönemde akademisyenlerin hiçbir hukuki dayanağı olmaksızın üst üste ihraç edilmelerine karşı bir şey söylemek gerekiyordu.  Neler yapabiliriz, diye Yönetim Kurulu’nda konuşurken oda başkanımız Selçuk Erez’in böyle bir fikri oldu. Yönetim Kurulu olarak değerlendirdik. Amacımız tarihin bu döneminde, günümüzde yaşanan haksızlıklara dikkat çekmek kamuoyu nezdinde. Ayrıca benzer olayların bu ülkede tarih boyunca yaşandığını biliyoruz. Geçmişte yaşanmış, 60’larda yaşanmış olan ihraçlar, daha sonra 1980’lerde 1402 ile aynı şeyin yaşanmış olması var. Bu dönemde ise bunları çok çok geride bırakacak uygulamalar var, hem rakamsal olarak hem de niteliksel olarak... Bir taraftan bilimin içinin boşaltılması, bir yandan da muhalif olan, özgür olan akademisyenlerin tek tek sanki seçilerek ihraç edilmesinin karşısında bir şeyler söylememiz gerekiyordu. Tabii böylesi dönemlerde bizim gibi meslek örgütlerinin yapacağı şeylerden birisi de sanat yolu üzerinden bunu dile getirmekti. Bunu Yönetim Kurulu da uygun gördükten sonra Sayın Hocamız Orhan Alkaya’ya Selçuk Hocamla birlikte böyle bir proje aksettirildi ve projeye başladık.

 

Orhan Alkaya- Ben bir tık evvelini de anlatayım. Oyun, 1960 ihtilalinden sonraki meşhur 147’likler tasfiyesine tepki olarak Haldun Taner’in radyo tiyatrosu olarak uyarladığı bir Dostoyevski hikâyesi... Bana 2008’de geldi bu oyun Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni olduğum dönemde. Yapmayı çok istedim. Hem yeni bir Haldun Taner oyunu olması hem de 1402’lik olarak bu oyun çok cazip geldi bana ama bir türlü olmadı, çok yoğun çalıştığım bir dönemdi. Benden sonra da kaldı. Ta ki çok yakınlarda Selçuk Erez beni arayıp  "Ne dersiniz böyle bir şey yapmaya?" diyene kadar... Ben de "Ben yaparım" dedim. Selçuk Beyin telefonda söylediği şu oldu;"Şu anda takla atıyorum." (Gülüyor.)

 

Ahmet Tulgar- Selçuk Erez özellikle bu oyun nedeniyle mi tiyatroya yönlendiriyor sizi yoksa "bir oyun oynayalım" diyor muydunuz siz zaten?

Orhan Alkaya- Haldun Beyin evrakları arasında bu metin bulunuyor. Daha sonra radyoda sadece bir kez seslendirilen bandı da TRT’den buluyorlar ve Demet Taner’le beraber bir çalışma yapıyorlar. Kitapta uzun, ortak bir yazıları vardır Demet Hanımla Selçuk Beyin... Yani enteresan bir tepki Haldun Beyinki. Çünkü gidiyor darbenin kalbinde, TRT’de oynatıyor oyunu.  Başka bir kanal yok o zaman. Zaten bir radyo tiyatrosu olarak bir daha da oynatılmıyor.  Bütün bunlar çok cazibeliydi. Öngörü de enteresan tabii...Yani 2008 ile 20016’nın 15 Temmuz’u... Evet, Selçuk Bey de Haldun Beyin öngörüsünü tekrarladı. Selçuk Beyin babası da 147’likler arasında. Böyle bir araya geldik. 147’liklerden arkadaş var, 1402’liklerden ben varım, KHK’le ihraç edilen hocalarımız var ve Samet Beyin dediği gibi sanatın diliyle bir şey söyleyeceğiz.

 

İshak Karakaş- Dostoyevski’nin hikâyesini oynuyorsunuz. Kendinizden de bir şeyler katıyor musunuz? Yoksa ana metne bağlı mısınız?

Orhan Alkaya- Tabii tabii... Dostoyevski’nin öyküsünü Haldun Bey radyo tiyatrosuna uyarlıyor. O uyarlama üzerinde Selçuk Erez bir çalışma yapıyor. En son çalışmayı da bu süreçte beraber yaptık. Ali Çerkezoğlu epey kalem oynattı üzerinde. Sonuç itibariyle başlangıç noktası Dostoyevski, köprüden Haldun Taner ile geçiriliyor, sonra Selçuk Erez ve Ali Çerkezoğlu derken oyunu sahneye koyuyoruz.

 

Ahmet Tulgar- Kadro dağlımı nasıl oldu? Nasıl belirlediniz kadroyu?

Orhan Alkaya- Belirledik işte... (Gülüyor)

Samet Mengüç-Mümkün mertebe ihraç edilen akademisyenlerin oyunun içerisinde olmasına özen gösterdik. Okuma tiyatrosu, biliyorsunuz...

 

İshak Karakaş- Provalar nasıl geçiyor?

Samet Mengüç- Bütün oyuncular çok şevkle ve heyecanla bu işe sarıldılar.  Aslında kendi güncelini bir yerde görüyor bütün oyuncular.  Reel olarak yaşadıklarını aynı zamanda sanat boyutuyla gündeme getirmek için oldukça heyecanlı ve meraklılar.

 

İshak Karakaş- Amatör ruhla yapılıyor ama biliyoruz sizin geçmişinizde de tiyatro var...

Samet Mengüç-  Evet amatör bir kadroyuz ama bizi yöneten profesyonel Orhan Hoca var. Bireysel soruyorsanız, benim bütün oyunculuğum amatörce oldu, hiçbir zaman profesyonelce işin içine girmedim. Hekimlik benim mesleğim. Ama onun dışındaki bütün sanatsal ve sosyal olaylarda işe amatörce bakmayı yeğledim.

 

Ahmet Tulgar- Orhan’a dönmek istiyorum. Okuma tiyatrosunun ne olduğunu bir de okurlarımız için anlatır mısınız? Nedir okuma tiyatrosu?

Orhan Alkaya- Mizansen yapısı, bir dramatik sahne metinlerinden farklıdır okuma tiyatrosunun. Daha çok metinleri sunmak, özellikle yeni yazarların yeni metinlerini sunmak amaçlıdır. Bizim yaptığımız katkılar tabii ki var. Mesela efekt...  Bunun öncelikle radyo tiyatrosu olarak uyarlanmasından hareket ettik ve eski zaman dublaj stüdyolarındaki efekt aparatlarını yaptırdık. Nedir bunlar; içinde kum, çakıl ve beton olan kutular, basamaklar, kapı tokmak vs. ses çıkartan su...

 

Ahmet Tulgar- Bunlara sahnede olacak mı?

Orhan Alkaya- Bunlar sahnede canlı olarak performe edilecek. Müziğimiz canlı. Özellikle geçiş müziklerimiz var. Sahneler arası geçiş müziklerimiz canlı. Biraz da radyo atmosferini kuruyoruz. Yukarıdan inen mikrofonlar yerine,yerden çıkan mikrofonlarımız var bizim de. Konuşmacılarımız sahnede rotasyonla mikrofonlara gelecekler. Ha, nedir farkı? Normal ezberlenmiş bir metin ve bir dramatik aksiyon gerçekleştirmek değil,  bir metni sunmak parantez içlerine kadar... Parantez içleri oyunun başlı başına bir bölümü. Bir anlatıcı arkadaşımız var. O, oyunlarda kullanılmayan yazar notlarını da seyirciye aktaracak.

 

İshak Karakaş- Oyuncuların tamamı amatör değil mi ve hekim?

Samet Mengüç- Oyuncuların hepsi tabip. İktisatçı akademisyen Özgür Müftüoğlu dışında hepsi tabip.

 

İshak Karakaş- Neden tabip?

Samet Mengüç- Bir tabip, profesyoneldir. Ele aldığı her işi profesyonel bilinciyle alır. Dolayısıyla bir tabibe amatör oyuncu denmez, bir sosyal bilimciye de amatör oyuncu denmez. Çünkü o profesyonellik bilgisine ve bilincine sahiptir zaten. Oyunculukta yeniler diyebiliriz ekibimiz için.

 

Ahmet Tulgar- O zaman burada Özdemir Hocaya bir soru sorayım, İshak’ın sorusunun devamı olsun. Niye tıp doktorları sanatla çok ilgilidir? Kimi kanun çalar, kimi beste yapar, kimi ressamdır. Tıpla sanatın nasıl bir ilişkisi var?

Özdemir Aktan- "Tıp fakültesinden her şey çıkar arada sırada doktor da çıkar" diye bir laf vardır. Hekimlik insanlarla bire bir iç içe olan bir meslek. Aslında biz her gün sahnede bire bir rol alıyoruz. Ben cerrahım, Samet de aynı şekilde cerrahtır. Bir işin içine cerrahi girince iş başka bir boyuta giriyor. Biz zaten her gün bir şekilde rolümüzü oynuyoruz gibi neredeyse. Burada da oyuncuların büyük bir çoğunluğu hekim ve bu hekimlerin büyük çoğunluğu da barış istedikleri için çalıştığı işyerinden ihraç edilenler. Tabii bir hekimin barış istemesi kadar doğal bir şey olamaz. Burada da savaşın saçmalığını ve kötülüğünü ortaya koyabilecek bir eser Orhan Hocam sayesinde ortaya çıktı. Çok heyecanlıyız. Ne kadar bize bir oyunculuk payesi yakıştırılmış olsa da ben gerçekten heyecanlanıyorum. Hem güzel bir şey çıkacak, diye heyecanlanıyorum hem de acaba ne yapacağız, diye heyecanlanıyorum. Bütün ekip de aynı şekilde heyecanlı hakikaten. Ekibin hemen hepsi doktor; yarısı şimdiye kadar ihraç edilmiş olanlar diğer yarısı da ihraç edilmeyi bekleyenler...

 

İshak Karakaş- Görevden ihraç edilen akademisyenler, doktorlar başka hangi yollardan topluma ulaşıyorlar?

Özdemir Aktan- Şimdi birçok şehirde ihraç edilen akademisyenler kendileri kurdukları akademilerde dersler veriyorlar.  Üniversitenin zaten dört duvar içinde olmasını hiçbirimiz arzu etmiyoruz. Dolayısıyla, evet tıp için bu biraz daha farklı ama sosyal bilimci olan akademisyenler ihraç edildiği yerlerde halka açık dersler veriyorlar. Bunu özellikle Kocaeli’nde yapıyorlar. Zaten Toplum Akademileri kurulmuş vaziyette. Dersler devam ediyor, dersleri izlemek isteyenler oraya geliyor.  Şöyle bir şey var; bu ülke eğitim konusunda zaten sıkıntılı bir ülke. Bugüne kadar ihraç edilen aşağı yukarı 150 bin kişiden bahsediyoruz. Bu 150 bin kişinin tamamı da üniversite mezunu. Biz böyle bir lüksü yaşayacak bir ülke değiliz. Bu kadar insanı harcayacak durumda değiliz. Bunların içinde aşağı yukarı 5 bini akademisyen neredeyse, yani üniversitelerde hocalık yapan insanlar. Bunun şeyini hep beraber çekeceğiz. Bu toplum maalesef bunun maliyetini ödeyecek, kolay kolay da düzeltilemeyecek. Bunun için bu yanlışı göstermenin en iyi yolu, bir hekim olarak barışçıl yolla bu yanlışı göstermenin en iyi yolu bu oyunmuş gibi geliyor.

 

Samet Mengüç- Hekimlik-insan hakları,  hekimlik-barış, hekimlik-sanat, hekimlik-doğa... Bunlar hekimliğin doğasında olan, olması gereken şeyler. Hekim bunun için vardır. Merkezinde insan olan bir meslek hekimlik. Dolayısıyla, insana dair, insanı daha güzele, refaha götüren ne varsa orada hekimin olması lazım. Tabii tarih boyunca da hekimlik bunun üzerinden gelmiştir. Bu dönemde de biz hekimliğin o ruhunu yaşatmak, ayakta tutmak ve devam ettirmek için çaba sarf ediyoruz. İnsana dair olan, bu dönemde en fazla ihtiyaç duyduğumuz şey nedir; barıştır. Ve bu hekimin asli görevlerinden birisi olmak zorundadır. Eğer siz bir ülkede barışı sağlayamazsanız, sağlıklı bir toplum da inşa edemezsiniz. Bu bir toplumda sağlığın da bazıdır. Yani toplum sağlığının üzerine oturtulması gereken zemin, barış zeminidir. Bu dönemde bu ülkede cidden barışa ihtiyaç olduğundan bizler de hekim olarak üzerimize düşen görev neyse, onu üstlendik ve onu toplumun gözlerinin önüne sermeye çalışıyoruz. Çatışma süreçleri yaşadık, savaş ortamında yaşıyoruz. Biliyorsunuz, bizim hekimler olarak deklare ettiğimiz bir sloganımız var. Özdemir Hocamın da dediği gibi, "Savaş bir halk sağlığı sorunudur," diyoruz. Bu çok önemli bir şeydir. Halk sağlığını önemsediğinizde sizin birinci yapmanız gereken şey nedir; savaşsız bir ortam, çatışmasız bir ortamdır... Barış zemininin sağlayacaksınız ki, onun üzerine sağlığı daha iyi bir şekilde inşa edebilesiniz. Yani barış zemini olmayan bir ortamda sağlığı da inşa edemezsiniz.

 

İshak Karakaş- KHK’lerle işten atılanların işe dönmesi konusunda kısa vadede bir beklentiniz var mı?

Orhan Alkaya- Valla ben 1402 ile işten atıldım, dönüşüm 9 yıl sonra idi. Yani üç küsur yıl sonra sıkıyönetim kalktı, sıkıyönetim kalktıktan sonra 1. Ordu Komutanlığı’nda bir yazı geldi. "Üzerinizdeki tedbir kalkmıştır, iş yerinize başvurabilirsiniz" diye. İş yerimize başvurduktan 6 sene sonra geri döndük. 12 Eylül döneminde 1402 ile atılanlar 5 bin kişinin altındaydı. Şu anda 150 bini buldu kamudan atılanlar. Olağanüstü tazminatlar doğacak. Biz o zaman bütün haklarımızı, maaşlarımızı, özlük haklarımızı alarak geri döndük. Akabinde hükümet, ANAP hükümetiydi o zaman yanılmıyorsam, bir kararname çıkardı 1402’likler bir kereye mahsus ve geriye dönük haklarını talep etmemek şartı ile işlerine dönebilirler, diye. Bizim kazandığımız davadan sonra... Ama biz bütün haklarımızı alarak geri döndük. Nasıl bir tablonun ortaya çıkacağını belirtmek için bunları anlatıyorum.  5 bin nerede, 150 bin nerede? Bu tırmanarak gidiyor. Türkiye başına çok büyük bir iş almış durumda zaten şu anda.  Önümüzdeki 35-40 yıl mülkiyet hukuku davalarıyla uğraşılacak bu ülkede. Çünkü mülkiyet hukuku da hiçe sayıldı bu arada. İnsanların mallarına mülklerine el konuldu, kayyum atandı, iflasa götürülüp malları mülkleri satıldı. Bu çok büyük bir problemdir. Şu an 150 bin civarındaki kamu çalışanının geri dönüşleri gerçekleşir, diye umuyorum. Aksi durum, bir ülkeyi kaybetmemiz demektir. Ortada bir ülke kalmazsa, Allah korusun, o zaman belki öngörülemeyebilir ama tablo korkunç bir şey olacak.

 

Ahmet Tulgar- Peki, tekrar oyuna dönersek... Oyunun ilgi göreceğini düşünüyor musunuz? Beklentiniz nedir?

Samet Mengüç- Şüphesiz... Yani o konuda bir beklentimiz var. Çünkü kötülüklerin egemen olduğu bir süreçten geçiyoruz.  Bu kadar haksızlığın, hukuksuzluğun, kötülüğün egemen olduğu bir ortamda her şeye rağmen biz bir iyilik ve güzellik haline inandığımız bir şey yapmaya çalışıyoruz ve bunun da taliplisinin çok olduğunu biliyoruz. O konuda biz çok heyecanlıyız.

 

İshak Karakaş- Az önce Samet barış ile toplum sağlığı ilişkisinden söz etti. Ben de sanat ile toplumsal barış arasındaki ilişkiyi soracağım. Sanat, toplumsal barışın gerçekleşmesine nasıl katkıda bulunabilir?

Özdemir Aktan- Şimdi, hekim olarak baktığınızda ilk iş, insanı sevmek aslında... Şu anda yaşadığımız toplumun böyle bir sorunu var. Maalesef bu ülke ikiye bölünmüş vaziyette. Bunu referandumda gördük. Sanki bir ülkenin bir yarısı öbür yarısından nefret ediyormuş gibi bir ortam yaşıyoruz. Tabii böyle olunca burada barıştan söz etmek mümkün değil. Hekimlerin buradaki görevi bu toplumsal barışın sağlanmasına katkıda bulunmak. Önce insanı sevmeyi, insana değer vermeyi göstermemiz lazım. Dolayısıyla bunu sanat yoluyla da yapabileceğimizi düşünüyoruz. Sanatın böyle bir birleştirici tarafı var. Bu oyun bence buna hizmette bulunacak.

 

Ahmet Tulgar- Peki bir şey soracağım, TTB’nin bundan sonraki süreçte buna benzer sürprizli ya da sürprizsiz bir projesi var mı?

Samet Mengüç-Şimdi, toplum nasıl dinamikse hekimlik mesleği de o kadar dinamiktir. Örgütsel yapı da bunu gerektirir. Yani kurumsal temsiliyetler de bunu getirir.  Temsil ettiğiniz insanların yaşam biçimi neyse siz de kurumsal olarak bunları yapmakla yükümlüsünüz. Dolayısıyla süreç önümüze neyi getirir? Gündeme göre önümüze ne gelirse,  çizdiğimiz bu çerçevede, yani merkezinde insanın olduğu, doğanın olduğu, barışın egemen olduğu bir çerçevede, iyilik ve güzelliğe dair ne varsa biz üzerimize düşeni her dönemde yapmaya devam edeceğiz.

 

İshak Karakaş- Buradan sizi izleyenlere nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

Samet Mengüç- Bizi izleyenlere mesajımız aslında çok nettir. Dediğim gibi, tarihin bu döneminde, bu kasvetli ortamda her şeye rağmen insanın barış dilini yitirmeksizin, güzelliklere ve iyiliklere dair her koşulda bir sözünüzün olabileceğini belirtmek istiyorum. Bunu bundan sonra da taşımalarını istiyoruz.

 

İshak Karakaş- Onur Hocam, siz de KHK mağdurlarındansınız. KHK mağdurlarının kısa vadede işe dönmesi konusunda bir beklentiniz var mı?

Onur Hamzaoğlu- Öncelikle ‘mağdur’ kavramını kabul etmiyoruz. Biz tarafız ve taraf olduğumuz için de daha önce Türkiye’de başkalarının da yaşadığı gibi kamudan çıkartıldık. Bu siyasi bir kararla gerçekleşmiş oldu. Herhangi bir hukuki kararla düşünmemek gerekir. Dolayısıyla Türkiye’de siyasi atmosfer değiştiği zaman, bu karar geçersiz kalacak bir siyasi karardır. Bu nedenle biz kendimizi, 147’liklerden ve 1402’liklerden daha şanslı görüyoruz. Çünkü saray, 1 Kasım’da başlayan geriye sarma sürecini 16 Nisan’da çok görünür bir hale getirmiştir. Bu siyasi dönem geçtiği andan itibaren bizler de yeniden işlerimizin başında olacağız.

 

İshak Karakaş- Oyundaki rolünüz nedir?

Onur Hamzaoğlu- Ben İvan’ı oynuyorum.

 

İshak Karakaş- Peki ne mesajlar veriyor rolünüz?

Onur Hamzaoğlu- Ben Dostoyevski’nin Timsah öyküsünü öğrencilerine anlatmak için daha önceden de birkaç kez okumuş ve paylaşmıştım. Bu tür zor dönemlerde dostlukların, yoldaşlıkların, bozulmuş ilişkilerin ne şekilde olduğunu anlatan, sisteme entegre olanlarla sisteme entegre olma konusunda direnenlerin bir öyküsü esasında. İvan da burada var olan tabloyu görmüş bir karakter. Rolü öyle...

 

İshak Karakaş- Role bir şeyler kattınız mı?

Onur Hamzaoğlu- Tabii, ister istemez. Güncel olarak çok fazla bir şey olmadı. Ama metin kısmında, seyircilerle doğrudan paylaşılan metin kısmında bugünü anlatıyoruz esasında.

 

Ahmet Tulgar- Siz siyasetle de uğraşıyorsunuz. Peki, bundan sonra buna benzer oyunlar olabilir mi?

Onur Hamzaoğlu-  Bu süreçte hem sarayın hem de devletin tutumunu deşifre edecek her türlü oyun olabilir, her türlü araç olabilir. Nasıl ki Barış İçin Akademisyenler’den sonra, Barış için Sanatçılar, Barış İçin Fotoğrafçılar çıkmışsa, esasında bu süreç de böyle. Biz bu dönemde mücadelemizin araçlarını zenginleştirmeyi hedefliyoruz. Bu da onlardan bir tanesi olarak görülmeli.

 

İshak Karakaş- Özlem Hanım sizin rolünüz nedir oyunda?

Özlem Özkan- Ben Kocaeli Üniversitesi'ndenim. Orada doçenttim. İlk ihraç edilenlerdendim. Bu oyunda da Droçka’yı oynuyorum. İvan’ın kızı.

 

İshak Karakaş- Ne mesaj veriyorsunuz rolünüzde?

Özlem Özkan- Aslında rolün kendisinde toplumsal bir mesaj yok ama oyunun kendisi biliyorsunuz, politik bir mesele. Türkiye’de barış yanlısı akademisyenlerin, emekçilerin durumunu ortaya koyma açısından da son derece hayati bir mesele. Oradaki Timsah aslında bir metafor. Kapitalizmin ya da sermayenin aslında ne kadar insanlık dışı bir şey olduğunu, insanı merkez almadığını, kendisi için tehdit gördüğü şeyi her durumda dehşete çevirdiğini bence iyi resmediyor. Aslında yaşadığımız dönem de böyle bir dönem. Biliyorsunuz, hepimiz zor bir süreçten geçiyoruz. Bu ülkede barış istemek ne yazık ki bir suç haline geldi. Neyse ki akademisyenler bağlamında konuşacak olursam, çok farklı siyasal görüşlere sahip olmamıza karşın barış istedik. Çok akıl almaz tepkilerle karşılaştık. Metni imzaladık ama belki metni imzalamaktan daha önemli bir şey vardı burada; o da, barış konusunda ısrarcı olmak... İşten atılma pahasına ısrarcı olmak... Dolayısıyla bu oyunda aslında Dostoyevski 1860’lardaki kapitalizmi resmederken, bu yönünün de bir miktar aynası olduğunu düşünüyorum. 

 

İshak Karakaş- Nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz?

Özlem Özkan- Oradaki karakter silik bir karakter. 1860’larda orta düzey bir memurun evlenmek üzere kızını canlandırıyor. Dolayısıyla çok şey beklememek gerekiyor karakterin kendisinden. Oyunun genel atmosferi içinde değerlendirmek, oyuna bir bütün olarak bakmak gerekiyor.  Hayatımda sadece basit bir tiyatro izleyicisiydim ama şimdi düşündüğümde çok ciddi bir işe kalkıştığımı fark ediyorum. Çünkü okuma tiyatrosunun şöyle bir güçlüğü var; kostümünüz yok, beden hareketleriniz yok. Sadece sesiniz ve diyalogla ilişki kurduğunuz karşı karakterle bir hayaliniz var. Ve onun üzerinden karaktere hayat veriyorsunuz. Bu bana çocukluğumuzda radyo tiyatrolarını izlerkenki hayal dünyamızı düşündürdü. Çok zor bir şey yani. Özel eğitim filan gerekiyormuş ama biz amatörüz. Zaten tiyatrocu da değiliz. Başarabiliriz.

 

İshak Karakaş-Diğer hocalara sorduğum soruyu size de sormak istiyorum. Acaba KHK ile işten atılanlar kısa vadede işine geri döner mi?

Özlem Özkan- Bizim durumumuzu aslında Türkiye’nin genel siyasi bağlamından ayrı tutmamak gerekiyor. OHAL koşulları devam ettiği sürece buradan hukuksal bir kazanç beklemek çok zor. Eğer biz üniversiteye geri döneceksek, siyasal bir mücadele ya da farklı bir siyasetle mümkün olacak bu. Dolayısıyla iktidardan Erdoğan ve AKP giderse, onun yerine emekten yana, barıştan yana eşit ve özgür bir dünyayı tahayyül eden güçler gelirse biz de üniversiteye geri döneriz, diye düşünüyorum.

 

İshak Karakaş- Şebnem Hoca, sizde KHK mağdurlarına ithaf edilen bir oyunda rol alıyorsunuz. Rolünüzü biraz anlatır mısınız?

Şebnem Korur Fincancı- Öncelikle biz ‘KHK Mağdurları’ demiyoruz, ‘KHK mağrurları’ diyoruz. Ben daha ‘mağrur’ olmayı başaramadım. Heyecanla bekliyorum, artık 691 mi olur, 692 mi olur KHK sayısı! Bunu bilmem ama herhalde önümüzdeki KHK’lardan birinde de ben mağrur olacağım. Tabi oyunda bana biçilen rol, KHK mağruru birinin sevgilisi olmak. Ama bu sevgili başka işler peşindedir her zaman olduğu gibi...  İvan dara düşünce onu terk edip boşanmayı planlar. Yasta gibi gösterecektir kendini ama aslında tam da yasta olmayacak, kendisini şuh ve çekici gösterecek giysileri hayal etmektedir. Dolayısıyla boş işler peşindedir. Gerçekten KHK süreçlerinde, bütün bu süreçlerde dayanışmayı örmek hiç kolay değil. En yakınınızdaki bile zaman zaman sizi terk edip gidebiliyor, yanınızda durmayabiliyor. Biraz da bunu anlatan, bu yalnızlaşmayı da anlatan, toplumsal yalnızlaşmayı da anlatan bir oyun. Bir tarafta dayanışma, bir tarafta da yalnızlaşma var. Ben yalnızlaştıran kötü kadın rolündeyim.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi