Deizm derde deva mı? - 1

Kabul etmek lazım ki Müslümanlar özellikle Din’i siyasete alet eden sloganik dinciler ve radikaller, halkların sosyo-siyasal arenada kendilerine verdikleri krediyi hoyratça harcadılar.

Deizm kelimesinin ilk kez 17. yüzyılda İngiltere’de kullanıldığı kabul edilir. Felsefik olarak kökleri Brahmanizm’e kadar giden bu çok eski düşünce; Peyğamberleri, kutsal kitap ve dinleri reddedip tek Allah inancında Teizmle buluşur.

Son iki yıldır Türkiye’de hem de dinci, muhafazakâr bir iktidar döneminde deizmin özellikle imam hatipliler gibi dindar olması beklenen aile ve gençler arasında yükselişe geçtiği söyleniyor. Konya’da Mart 2018’de yapılan Gençlik ve İnanç Çalıştayı’ndan başka bu iddiayı güçlendirecek ciddi ve kapsamlı verilerden yoksun olsak bile, bu aralar belki de tarihinde hiç olmadığı kadar popülaritesinin arttığını teslim etmek gerek! Siyasiler, ilahiyatçılar, yazarlar bu konuya kafa yoruyorlar. Kimilerine göre sapıklık, kimine göre doğal inanç veya hanif dini, kimine göre de atalar dininden kopuşu ifade ediyor Deizm!

Öncelikle ben dinci siyasal iktidar ve aktörleri başta olmak üzere Müslümanların yanlışlarına haklı bir tepkisellik içeren aktüel Deizm’i; tarihi, felsefik Deizmden ayırdığımı belirteyim.

Müslümanların hazırlıksız yakalandıkları iktidarla imtihanı kaybettikleri böyle bir süreçte gençlerin, aydın, yazar ve akademisyenlerin araç-amaç, hak-güç, adalet-saltanat, zalim-mazlum, muktedirlik-muhaliflik, bencillik-diğergamlık ve teori-pratik etkileşiminin bir sonucu olarak Din ve Deizmi ciddi olarak sorgulamaları gayet normal ve faydalıdır. Gerçeği, teori-pratik uyuşmazlığı sorununu yaşayan sosyalistiyle, demokratıyla çok kesim var ki kapitalist modernite rüzgarına kapılıp değerler, ilkeler erozyonunu yaşıyorlar ama ben yine de konunun merkezinden uzaklaşmadan biz Müslümanları konuşalım istiyorum.

Tüm uluslararası yoklamaların tanıklığıyla İslâm ülkeleri için evrensel adalet-hukuk normlarında ve ahlâkî değerlerde bir yozlaşma, yetmedi bir çürümüşlük söz konusu. Aile kurumundan tutalım siyasal ve idari kurumlara kadar Din’i temsil etme iddiasındaki aktörlerde ciddi zaaf ve yetersizlikler söz konusu.

Kabul etmek lazım ki Müslümanlar özellikle Din’i siyasete alet eden sloganik dinciler ve radikaller, halkların sosyo-siyasal arenada kendilerine verdikleri neredeyse sınırsız krediyi hoyratça harcadılar. Dini insanlara sevdirmek şöyle dursun; araçları maksat yaptılar, haklının değil güçlünün yanında yer aldılar. Dindar değil dinci, estetik ve nezaketten uzak nobran kuşaklar yetiştirdiler. Empatiyi, fakiri, ‘öteki’yi unuttular, villalarını, camilerini güncellerken zihin dünyalarını güncelleyemediler. ‘Harun gibi gelip Karun gibi oldular.’ Baskıcı, bıktırıcı, otoriter yönetimleriyle insanları umutsuzluğa ve intiharlara ittiler. İyi hal, güzel hal yerine olmayacak bir hale tutuldular. 31 KHK’lı OHAL’de bir hayli artan suç oranları ve intihar vakalarıyla umudunu yitirmese bile mutsuz bir ülke olduk! Evet, dünü unutunca yarına verecekleri vaadleri kalmayanlar da bunlar!

Yine Türkiye dışındaki İslâmcı-cihadist öğretide savaş ve cihad darbesinde kadın ve çocuk gibi sivillerin öl( dürül)ebileceği savunulurken; yerli ve milli ilahiyat öğretisi de kadın ve çocuk gibi sivillerin öldürülmemesini zaruri değil ancak ‘maslahattan’ sayan bir retoriğe sahip! (Kitap ve yayınevi ismi vermiyeceğim.) Bu ve benzeri nice eksik veya yanlış teori ve uygulamalar da bu topraklarda Deizmin yeşermesine olanak sunuyor.

Barış dini olan temiz İslâm’ın şiddetle, kin ve nefretle beraber anılmasına ciddi katkı sundular. Kürd Meselesi, Alevi-Sünni, şiddet, cinsiyetçilik, zengin-fakir uçurumu, ekolojik denge, yeşil çevre, muhalefet ve özgürlük gibi devasa sorunları çözemediler. Kısacası İslâm’ın özünü, yaşama nasıl hayat olduğunu, iman, adalet, özgürlük merkezli anlam ve önemini Dünyaya gösteremediler. Tabi sorunları çözemediğiniz vakit belli bir süre sonra kendiniz de o problemlerin birer parçası olursunuz. Müslümanlar, İslâm’ın güzelim evrensel mesaj ve teorisinin ağırlığını modern pratik hayatta taşıyamayınca zihinsel sorgulama ve sosyal-kültürel çatışma kaçınılmaz oldu.

Tüm bunlara paralel olarak yine fen bilimleriyle din ilimlerini barıştırıp kronikleşmiş akıl-nakil problemini çözebilirdik. Bireysel değil kurumsal ve toplumsal olarak çözmedik. Sonuç ortada; bir yandan dinci yobazları diğer yandan İslâmdan soğuyup acaba dışarıda bir ışık bulabilir miyim diye ateizm ve deizme yelken açanları konuşuyoruz!

Allah’ın zalimlere fırsat tanımasındaki espiriyi yine kötülükleri yaratmasındaki hikmetleri izah etmekte, kader ve cüz-i irade birlikteliği gibi önemli sorulara tatmin edici cevapları vermekte hala zorlanan ‘nakilci-teslimiyetçi’ Din bilginlerimizle, popüler olmak için çırpınıp Resulün aklını-sünnetini hafife alan ‘akılcı-sorgulayıcı’ entelektüellerimizin zaaflarını da hatırlayalım.

Sadece statik ameli fıkıhla yetinen, artık okuma, düşünme fakiri bir dini birikim ve formasyonla düşünce, teknoloji ve bilişimde bir hayli mesafe kat etmiş modern çağın soru(n)larına cevap vermekte zorlanan bir Müslüman coğrafyada neler yaşanmaz ve neler yeşermez ki! Gençlerin Deizme kaymasına elverişli bir zemin sunan faktörler bunlarla sınırlı değil tabi ki; belki ergenlik psikolojisinden tutun bu asırda çok güçlenen enaniyet çıkışlı bireyselcilik, milliyetçilikle hatta kapitalizm ve ‘kıyam-ı avam Sosyalizm’in bile katkısını unutmamak lazım!

Devam edecek…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi