Esvab-ı Milliye, Esbab-ı Devletiyye

Esvab-ı Milliye, Esbab-ı Devletiyye
BM Genel Kurulu vesilesi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eşi Emine Hanım New York'ta idiler ve bu vesile ile Trump çifti ile fotoğraf çektirme şerefine de erdiler. Fotoğrafın anlattıkları...

Kumru TOKTAMIŞ


NEW YORK - Emine Hanım ile Recep Bey’in el ele tutuştukları fotoğrafta Amerikan Devleti'nin iki önemli sembolü yer alıyordu; ABD bayrağı ve ABD başkanlık forsu. Ancak hiç kimsenin fotoğrafta Türk bayrağının da bulunmuyor olmasından şikâyet etmesine gerek kalmayacak bir biçimde Emine Hanım’ın kırmızı beyaz ve tesettürlü giysisi ülkemizi temsil ediyordu. Cumhuriyet Bayramları'ndan ellerinde kalan son mevzi olarak bedenlerini kullanarak kırmızı beyazlı kıyafetleri ile sokaklara dökülen, Atatürkçü teyzelerimize böylece son darbeyi de, zaten başından beri hazzetmedikleri Emine Hanım vurmuş oldu.

Aradan bir ömür boyu geçmiş olmasına karşın o zamanlar hayatlarının baharında olan şimdiki Atatürkçü teyzelerimizin 35 küsur sene önce "yaşlı, çirkin, menhus bir kadının üzerine bayrak çizerek Türk bayrağına hakaret" ettiği gerekçesi ile Gırgır Dergisi kapatıldığında ve yayın yönetmeni Oğuz Aral tutuklandığında neler düşünmüş olduklarını bilebilmek ne çok isterdim.

 

 

Emine Hanım'ın New York kıyafeti ister istemez Müşerref Akay (sonradan Tezcan)'ın 12 Eylül 1980 darbesinin ardından giriştiği imaj hamlesini anımsattı. Hedeflerinden bir tanesinin de Türk bayrağının (ve İstiklal Marsının) şerefini restore etmek olduğunu açıkça ifade eden 12 Eylül paşalarının bu doğrultuda hapishane dehlizlerinde bu simgeleri işkence aracı olarak kullandıkları günlerde Müşerref Akay (Tezcan) hayatının hamlesini yapıp "Türkiyem" adlı bir beste ile ekranlarda zuhur olmuştu.

 

 

 

12 Eylül darbesinin neden bayrağın itibarını iade etmeye bu kadar önem verdiğini anlamak çok da kolay değildi. Zamanında yüzbinleri, hatta bazen milyonları sokağa dökebilen Türk solunun bayrağa karşı bir saygısızlığı olmamıştı. Sadece devrimciler artık 68- 69'da olduğu gibi bayrağın arkasına sığınarak muhalif ses çıkarma zorunluluğunu hissetmiyorlardı. Kürt solunun da Türk bayrağı ile bir alıp veremediği yoktu açıkçası. Ta ki 12 Eylül darbesi Türk bayrağını ve İstiklal marşını birer işkence aracı haline getirene kadar kimsenin gündeminde bayrak yoktu pek.

İşte bu ortamda, fırsat bu fırsat, kendisine birkaç parça ay yıldızlı bir esvap diktiren Müşerref Akay (sonradan Tezcan) sözleri evlere şenlik Türkiyem parçası ile ekranların gündelik gözdesi oluvermişti. Şarkının sözlerine göre, Müşerref Akay'ın cennet Türkiye’sinde, Türkün Türkten başka dostu olmayan bir Türk ırkı yaşıyordu. Etrafı iç ve diş düşmanlarla çevrili eşsiz ve kahraman Türk milletinin içine ihanet sızmıştı, düşmanlar mert değil namert idiler. Şarkısında Cumhuriyet'in yaşaması gerektiğini vurgulayarak bitiren şarkıcının fiziği, sesi, dekoltesi ve göz süzmelerinin bu noktada hakkını vermek gerek tabii.

Hınzırlıkları ile darbe sonrasının yegane muhalif organı haline gelmiş olan Gırgır dergisi ise bu nadide eserdeki ulusal duyguları gözerdi edip, şarkıcının kendini pazarlama yetenekleri üstüne bir karikatür döşeyivermişti. Gariban bir işportacı illaki televizyona çıkmak istiyordu "ben de bayrak satıyorum" diye göğsü ay yıldızlı bayraklı kadın figürüne karşı figan ederek. Ne Müşerref Akay, ne karikatür, yaşlı, çirkin ve menhus değillerdi Allah için. Ama Gırgır kapatıldı.

12 Eylül tipi darbecilik ile hesaplaşma arzusu olduğunu kendince dile getirmekten imtina etmeyen Cumhurbaşkanı, bir başka darbe teşebüsüvari bir durumun ardından iki gün sonra büyük şehirlerin duvarlarını süsleyen ve ne zaman hazırlandığına bir türlü akıl sır erdiremediğimiz bayrak afişleri ve üzerlerindeki "Hakimiyet Milletindir" anımsatması ile adeta bayrak yarışının ta kendisi haline gelen kim daha ay yıldızlı müsabakasının en önüne geçiverdi.

Herkesin bayrağı kendine. Bir ulusun simgesi olduğu söylenen bütün bayrakların o politik birliği oluşturan çeşitli yurttaş çevreleri, gruplar veya halk katmanları için ayrı şeyler ifade ettiklerini ve birilerinin her zaman bu anlamı tekelleştirmeye çalıştıklarını ve çalışacak olduklarını biliyoruz. Ancak Türkiye tarihinde yaşanmakta olan kim daha ay yıldızlı müsabakasındaki taraflardan herhangi biri en azından bugün için yurttaşlar grubu olmaktan çok kim daha devletçi kavgasını veren unsurlar. Bir başka ifade ile, ay yıldızlı bayrağa, Türkiye tarihinde çok ender olarak yurttaşlık aidiyetini, katılımı simgeleyen anlamlar yüklenmekte. Çoğunlukla bir devlet aidiyeti, bir "devletperverlik" ifadesi olarak karşımıza çıkan Türk bayrağı sevenler müsabakasının bugün geldiği nokta ise bir devletseler ses sanatçısı fıstığın değil de, bizzat devlet başkanının karısının bedeninin bayraklaştırılması noktası.

Yurttaşları, birbirlerine bağlayan pek çok simge vardır, rakı, mavi boncuk, tespih, bir şair dizesi, bir melodi parçası... Yurttaşlar genellikle bunları devletlerinden icazet almadan kendi ürettikleri ve paylaştıkları kültürel, sosyal veya politik pratiklerle bağırlarına basarlar. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de bayrağı yurttaşların birliği simgesi haline getirmeye çalışan birkaç hamle yaşanmış olmasına rağmen bu coğrafyada bayrakperverlik bir yurttaşlar birliğini ifade etmekten çok devletin halkından aidiyet talep ettiği noktaya bayrak dikmesi şeklinde yaşanagelmiştir. 6-7 Eylül olayları sırasında, balkonlarına ve pencerelerine ay yıldızlı bayraklar asarak kendilerini korumaya çalışan azınlık vatandaşların birliği temelinde buluşmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz belki. Devletin ellerine tutuşturdukları bayraklarla halka saldıranlar açısından böyle bir yurttaşların birliği olmadığı çok aşikâr iken bunun nedenli nafile bir çaba olduğunu da anlayabiliriz. Benzer bir biçimde 1958 yılında Kıbrıs olayları sırasında devlet eliyle halka bayrak dağıtılmasının da yurttaşlar birliği ile pek alakası olduğunu söyleyemeyiz. İlk olarak 1968-69 yıllarında ay yıldızlı bayrağın ardında yürüyüşler yapan Türkiye solunun ulusu meydana getiren unsurları devlete rağmen yeniden tanımlamaya kalkıştığını görmekteyiz. 12 Eylül 1980 darbesi böylesi bir yeniden tanımlamaya imkan bırakmayacak biçimde bayrağı devletleştirmiş ve devletin gücünü, işkenceyle bile olsa, gösterme aracı haline getirmişti. Bu anlayış ile, zaten hiçbir zaman tam anlamıyla yurttaşların birliği olan ulusun simgesi olmayan bayrak, kayıtsız şartsız devletin simgesi olarak göndere çekilmiş oldu.

AKP’nin 2016 yazından, hatta 2015 seçimlerinden beri var gücüyle sahip çıktığı bayrak işte bu devletperver bayrak. Atatürkçüler ve İslamcılar bugün hem aynı bayrağa sahip çıkıyorlar hem de ayrı bayraklar sallıyorlar. Ancak, kendi içlerinde o kadar da yekpare olmayan her iki grupta da yurttaşlar birliği olarak ulus olabilme anlayışının çok gelişkin olmadığını biliyoruz. En son olarak Gezi'de ve kimi HDP mitinglerinde ay yıldızlı bayrağı bir devlet simgesi olarak değil, bir yurttaşlık aidatı olarak tanımlama gayretlerine tanık olmuş olsak da, o nadide fırsatların anlamını kavramaktan çok uzak bir devletçi zihniyetle yetiştirilmiş halkımız üzerinde kalıcı bir etkisi olduğunu söyleyemeyiz.

Uluslaşma sürecinde olan, hatta sadece politikleşme süreci yaşayan bütün topluluklar çeşitli simgeler üreterek ve paylaşarak varlıklarının altını çizmeye özen gösterirler. Ulus- devlet olmak ise bir uluslararası onay meselesidir. 1980 askeri darbesi bayrağı devletçe tanımlanmış iç düşmanlara karsı kullanan devlet zihniyetinin hayasız bir devamı olmakla kalmadı, devlet sever bayrak anlayışının net bir şekilde yerleşmesinde de kalıcı söz sahibi oldu. Yurttaşın kim olduğu, nasıl davranması gerektiği, nasıl davranmadığı durumlarda başına neler geleceğinin takdiri kayıtsız şartsız devlete ait olduğunda ulusun bir gönüllü yurttaşlar birliği olma sansı da artık pek kalmamıştı. Müşerref Akay in "Türkiyem" adli parçasının sözleri bu zihniyeti başarılı bir şekilde sergiliyordu. Hepimizin varlığı Türk varlığına armağan olmuşken, Müşerref Akay'ın bedeni de devletperver Türk bayrağı ile güzelleşiyor, gönüllerde yer tutuyordu. Aynı bayrağın ve bayrağa eşlik eden marşın yüzbinlerin doldurduğu hapishanelerde işkence aracı haline gelmesi ile pek de ilgilenemeyen halkımız da darbeye alkış tutuyordu. Devlet eliyle uluslaştırılma tarihimizdeki bu kanlı dönemin bedelini 40 yıla yakındır süren bir savaş ile coğrafyamızın bütün halkları ödemekte.

Emine Hanım'ın ay yıldızlı esvabının anlamı da bir yurttaşlar gönül bağı değil, bu kez devlet eliyle uluslararası onay anlayışının ifadesi. AKP bugün devletin ta kendisidir ve artık devletperver bayrak anlayışının tek sahibidir. Emine Hanım'ın bu esvap ile Türkiye ekranlarında boy göstermesine bile gerek yoktur. Ancak uluslararası forumlarda devletperver bayrağın sahibinin kim olduğunu yedi cihana/duvele gösterme zamanı gelmiştir. Böyle baktığımızda darbe destekçi, darbe fırsatçısı Müşerref Akay’ın bile neredeyse sivil bir girişimci olarak Emine Hanım'dan daha çok bir yurttaş birliği arayışı içinde olduğunu söyleyebiliriz.

Müşerref Akay ay yıldızlanmış bedeni ile Türkiye toplumuna, iç politikanın unsurlarına, iç düşmanlara devletin mesajını iletiyordu. Emine Hanım'ın bedeni ise dış politikada devletin yeni sahibini ilan etmek üzere ay yıldızlandı. Her ikisi de, ulusun tanımlamasının iktidarının ve simgelerinin her daim devlet tarafından tekelleştirildiği coğrafyamızda, yurttaşların seslerinin bastırıldığı dönemlerin bayrak kadınları olarak tarihe geçmiş durumdalar.

(Kumru Toktamış- Pratt Enstitusu Kültürel Çalışmalar Koordinatörü)

 

Öne Çıkanlar