Vatanın delileri mi yoksa cinnetlileri mi?

Vatanın delileri mi yoksa cinnetlileri mi?
Maduro ile Reis’in dayanışmasını biz solcular enternasyonalist sanıp sevinmiştik. Oysa maske yardımı falan hepsi hikayeymiş.

Josef H. KILÇIKSIZ


Şiddete eğilim gösterenler sadece suçlular değildir. İtaate yatkınlık olan bir dünyada yaşayan bütün insanlarda şiddet eğilimi mevcuttur.

"Biz bu vatanın delileriyiz, biz bu vatanın fedaileriyiz, biz bu vatanın serdengeçtileriyiz." diyor adamın biri. Sonra olağan durumda örtük kalanı ham olarak gıdım gıdım veriyor. Devlete itaat yoluyla oluşan mitleştirmenin, ölçülü sosyal davranış maskesi altında, öç aldığını da görüyoruz.

Peker’in videoları, otoriter yapılarla bir o kadar güçlü özdeşleşme sağlayan insanı daha yakından görmemizi sağlıyor.

Bu adam, Çatlı, Yeşil, Abdulkadir Aygan gibi yakın zamana kadar devletin taşeronluğunu yapanlar arasında anımsanıyor. Bu durum verdiği bilgileri bu açıdan inandırıcı yapıyor.

Hedefteki Bakan, hiçbir sonuca varmayan ve tüm soruları ertelenmiş bırakan bir tartışma ile televizyonda boy gösterdi. Belki de Soylu’nun oradaki ikilemi, "derin" içeriğe erişmedeki imkansızlıktı. "Bir tuğla çekilirse yıkılan duvarın altında herkesin kalacağı" korkusuydu.

Herkes bu insanın azılı bir suçlu olduğunun farkında. Fakat böyle bir geçmişe sahip olması söylediği şeyleri boşa çıkartmıyor.

"Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım'ın cep telefonunda aradığı kişiler arasında Sedat Peker de vardı. Peker ilerleyen zamanlarda Susurluk konusuna değinecek mi? Yoksa devleti mitleştirmenin büyüsü onun kara kutusunu açmayı engelleyecek mi?

Bu ifşaatlar yanılsamalar tiyatrosunun bütün sahne gerisini ve bütün mekanizmalarını gösterir mi, bekleyip göreceğiz.

Sistemin siyah konturu tarafından satır aralarına çiziktirilmiş birkaç ifşaat yalana teslim edilmiş bir dünyayı kurtarmaya yetecek mi?

Toplumsal hafıza defolarımızın da katkılarıyla bu trajik hikayeler yavaş yavaş unutulan bir mesele olup zamanla sönümlenecek mi?

Kötülük mü bize hâkim, biz mi kötülüğe hâkimiz, bekleyip göreceğiz.

Geri dönüş biletini kaybetmiş birine birilerinin ona geri dönüş bileti sunması bu dakikadan sonra mümkün müdür? Yoksa dönülmez akşamın ufkunda mıyız?

Peker itiraflarının geri planı ve seyri karmaşık bir güç mücadelesine işaret ediyor.

Adamın vücut dili, içinde kocaman egosu olan bir narsisti de açığa vuruyor. Kültürümüz bu narsisimi çok etkin bir biçimde besliyor. Sevdiğimiz, "aklı başında" dış görüntüdür, olabileceğimiz kendimiz değil.

Gerçi videoları şimdilik kahve muhabbeti kıvamında sürüyor. İzlerken güzel ülkem adına tekrar tekrar utanmama sebep olan açıklamaların bir yenisi daha "dizi toplumunun" şifrelerini önceden çözen bir gerilimle yayına sokuldu.

Şimdiye kadar "kol böreğimin, üzerine bolca pudra şekeri döküp afiyetle yerken izleyeceğim kıvamda açıklamalardı. Burada kol böreği devletin yaşadığı itibar kaybı için bir metafor olarak kullanılmıştır.

Çünkü devletin üstünü karartma çabalarından ötürü bu açıklamalar artık iç siyaseti aşıp devleti uluslararası arenada da rezil eden bir etkiye ulaşabilir.

"Herkesin gecesi kendi yarası kadar derindir" Türkiye’de. Ali-İsmail’in annesinin geceleri hiç bitmez mesela, Kutlu Adalı’nın ve Mumcu’nun eşi ve çocuklarının da. Ateş düştüğü yeri yakıyor ve yaktığı şeylerin varlık yükünün külleri soğumuyor hiçbir zaman. 

Bu ülkede sistemin bireyin bedenine kaydettiği yaralar, birey tarafından toplumsal yalanın rakamları olarak, hakikatin negatifi olarak okunuyor.

Bu ülkede adalet aramak, hak aramak neredeyse imkânsız bir şey haline getirildi. Masumu katil, katili mağdur ilan eden toplumsal, siyasal atmosfer, vicdanın kemiklerini eze eze kırmayı sürdürüyor.

Adam diyor ki, "Ben halk kahramanı değilim, Mehdi hiç değilim." Yani mafya raconuyla "harbi" konuşuyor ve kimseye geleceğe dair Mesihçi vaatlerde bulunmuyor.

Maruz kaldıkları, haklılığı, suçu, mağduriyeti falan bireysel sorunu. Ama anlattıkları, altını çizdikleri, verdiği isimler, ifşa ettiği derin detaylar bu ülkenin sorunu, bu milletin sorunu. Adam açıklamalarıyla nerdeyse hükumeti açığa aldı, onu işlevsiz bıraktı.

Diyeceksiniz ki, zaten yeni ucube sistemle hükümetin bir işlevi kalmamıştır. Burada kastettiğim işlevsizlik siyasi olanıdır. 

Ülkenin yargısından siyasetine, ordusundan emniyetine, medyasından iş dünyasına kadar yayılan çürümenin izlerini sürmek için illa da bir mafya liderinin konuşmasını mı beklemek gerekiyordu?

Maduro ile Reis’in dayanışmasını biz solcular enternasyonalist sanıp sevinmiştik. Oysa maske yardımı falan hepsi hikayeymiş.

Suriye tarafına bakıyorum, muhatap El Nusra. İhvan tutkusuyla başlayıp Ebu Muhammed El Cevlani’ye kravatla mülakat verdirilmesinin uzantıları şeyler cereyan etmiş o cenahta.

"Kanla banyo yapma" demecinin korku iklimi oluşturmak için yaptırıldığını itiraf eden Peker, silahları ve 4X4’leri El Nusra’ya gönderirken aynı "korku iklimi" ilkesince hareket edildiğini fark etmiyor muydu?

Üstelik hiç eğitim almamış ve sosyal merdivenin en alt basamaklarından birinden söz etmiyoruz.

Hayatı, bütün gece anılarıyla baş başa, bir ağacın dibinde sabahlayan yaşlı bir adam gibi yaşayan mazlum halkımızda bu ifşaatlarının ne kadar karşılığı var?

Toplumu, uzun bir tünelde kazaya uğramış tren yolcularına benzetiyorum.

Tren tünelin öyle bir yerinde kazaya uğramıştır ki, tünelin girişi görünmez olmuştur artık. Çıkıştaki ışık ise öylesine küçüktür ki, seçilebilmesi için hayli aranması gerekmektedir. Hatta tünelin bir başı ve sonu olduğu da kesin değildir.

Bu ülkede itaat yaşamın anlamı haline geldiği için, insan itaat etmeye hazırsa, zayıf ilan edilenler, insanın kendi öfkesini üzerine boşaltabileceği bir günah keçisi haline geliyor.

Kendilerini sadece içlerindeki eski düşmandan korumak için değil, aynı zamanda giderek büyüyen birikmiş öfkeyi boşaltmak için de insanların düşmanlara ihtiyacı var

İçerdeki eski düşman kim mi? İnsanın devlet karşısında kendini küçük ve önemsiz hissetmesine neden olan mitleştirilmiş suçluluk duygusu tabii ki.

Kendilerini sosyal statülerinin düşüklüğünden dolayı küçük görenler için siz bir ayrıcalık olabilecek bir otorite bağışlarsanız, sonuçları işkence olacaktır, mazluma, mağdura şiddet olacaktır. Buradaki paradoks, zalimin mazlumla aynı sosyal kökenlere sahip olup devleti mistifize etmesi gerçeğidir.

Deniliyor ki, bu açıklamaların faturası Türk halkının onuruna kesilecek. Bu kısmen doğru bir tespittir.

Ama öte yandan, insanların bu ifşaatlara ilgi göstermesinin nedeni, bence, onların içeriğinden çok Peker'in hitabet yeteneği, jargonu, esprileri, mafyaca posta koyması falandır. Bir de üzerine ailesine yapılan kötü muameleyle ilişkilendirince halkın ilgisini çekecek tüm gerekçeler de tamamlanmış oluyor. Yani ilginin gerekçeleri siyasi olmaktan çok, "Kurtlar Vadisi, Çukur" tadında bir dizi izlemekten, kişisel hikâyenin mağduriyet üzerine kurulmuş olmasından kaynaklanmaktadır.

Çünkü Peker, kendi mahallesinin ahlakından çok çekmiş mağdur bir devrimci kılığında boy gösteriyor.

Hakkını yemeyelim, adam, Allah için, atmosferi harlı ifşalarda bulunuyor. Ama deniliyor ki, işkembeden atıyor, belgesi, somut kanıtları yok. Ya tanrı aşkına, bu ülkede rüşvetin, faili meçhulün, uyuşturucu ticaretinin, işkencenin, cinayetin, tecavüzün belgesi mi olur? Bir an için olduğunu düşünsek bile, ne değişir?

Diğer yandan, muhalefetin, siyaseten bir şey üretemeyip bir mafya liderinin muğlak iddialarına tuzlukla koşmasında hiçbir acziyet yok mu gerçekten? Var, hem de acziyetin daniskası.

Bir mafya babasının açıklamalarıyla kurtulacaksa bu ülke, bırakın böyle kalsın. Bu şekilde kurtuluş, sadece günü kurtaracaktır.

Halk olarak herkes elini taşın altına koymadan, ülkeye adaleti, demokrasiyi, insan haklarını ve medeni insanlık değerlerini getirmeden köktenci bir kurtuluş mümkün görünmüyor.

Kurtuluş, insanların anti-faşist, anti-totaliter ve anti-otoriter bir anlayış geliştirmesiyle mümkündür. Böylesi bir anti-otoriterizm, tanrısallığı temsil ettiğini iddia eden ve onun adına dogmalar, doktrinler ve yasaklamalar dayatan her iktidar karşısında bir reddi temsil eder.

İnsanın doğuştan yıkıcı olduğunu kabul eden ve bunu "doğal" bir durum olarak kutlayan ideolojileri ben her zaman karamsar bulmuşumdur. Çünkü yıkıcılığın ve saldırganlığın gerçek kökenleri sosyalleşme sürçleriyle yakından ilişkili.

Yıkıcılık ve saldırganlıkla başa çıkmanın yolu, buna yol açan çaresizlikle yüzleşmektir. Bu yüzleşme aynı zamanda siyasal sistemle bir yüzleşmedir.

Bireyin bürokratik oligarşinin cenderelerinde bir köpek gibi ezilmesinden ve özgürlüğün kesin olarak inkarından oluşan kafkaesk bir atmosferin içindeyiz.

Halk da bir taburenin üzerinde oturarak yıllarca bekleyip oracıkta yaşlanan Josef K’lardan oluşuyor.

Bir şeylerin düzelmesi için öncelikle bu ülkede devletin demistifize edilmesine ihtiyaç var.

Öne Çıkanlar