Biliyor musunuz yoksa inanıyor musunuz?

Propaganda, gazeteciliği/haberciliği zehirliyor. Yalanla Gerçek bin yıldır kapışıyor. Neyse ki sonunda hep gerçek kazandı, kazanacak da...

Noam Chomsky, yıllar önce MİT'deki ofisinde sohbet ederken söylemişti: ''Propaganda deyince akla nedense önce Goebbels gelir. Halbuki o da, 1. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında esas olarak İngilizlerin ilk olarak uyguladıkları yöntemleri geliştirip piyasaya sürmüştü''.

Güneş Batmayan İmparatorluğun gerçekten de bu hakimiyetini sürdürebilmesi için önemli bir istihbarat ve propaganda mekanizmasına/lojistiğine sahip olması, dünyanın dört bir yanında İngiltere'nin ne kadar büyük ve güçlü bir devlet olduğunu göstermesi gerekiyordu.

Ben bir sonraki aşama olan Goebbels yöntemleri konusunda önemli bir makaleye takıldım: Yale Üniversitesinde Psikoloji Profesörü olan ve 2. Dünya Savaşı sırasında Savaş Bilgi Dairesi Denizaşırı Bölgeler Bölümü Siyasi Koordinatörü olarak görev yapmış olan Leonard W.Doob'un, ''Goebbels'in Propaganda İlkeleri'' başlıklı yazı.

Makale 1950 tarihli olmasına rağmen, bir iktidarın propaganda teknikleri, propagandadan bekledikleri konularında ayrıntılı bilgiler ve derin görüşler içeriyor ve işin özü bugün için hala geçerli.

Yazı, ''Goebbels'in Günlükleri'' olarak bilinen kaynağa dayanıyor. Yaklaşık 6800 sayfalık bu belge, 1945'de Berlin kurtarılırken Amerikalılar tarafından ele geçirilmiş ve belgenin bir bölümü 1948 yılında yayınlanmış. (Louis P. Lochner, The Goebbels Diaries- New York/Doubleday and Cie).

Doob'un 25 sayfalık makalesi, Goebbels'in gün be gün Propaganda Dairesine verdiği talimatlar, günlük not ve değerlendirmelerini tahlil ediyor.

Makalede Türkiye'nin adı iki kez geçiyor.

Birincisinde, düşman, İngilizlerin Alman kentlerini yoğun bir şekilde bombaladıkları ve önemli bir propaganda zaferi kazandıklarında ya da 1943 sonbahar sonlarında İngiltere, Türkiye'ye ağır baskılar uyguladığında, gerçekten uygun tek yanıt bizzat Hitler'in bir konuşması idi.

Demek ki, orada o zaman bir numara,  belirli bir ilgi ve ağırlık kazanabilmek için zırt pırt her konuda çıkıp açıklama yapmıyordu.

İkincisi daha bize dönük: 1942 yazında Almanlar doğu cephesinde önemli bir hamleye hazırlanırken, bir Alman gazeteci Portekiz'e gönderilip bazı haber ve yazılar yazması talep edilmişti ama alkolün etkisinde kalan bu gazeteci işini yapamadı. Buna ek olarak, sıradan bir insanın gözlemleri olarak Türk ya da Portekiz basınında '' bir kamuflaj makalesi'' yayınlatma planı vardı.

Mozart'ın Dostu yayınlamış mıdır bu tür bir yazıyı?  

Goebbels kendine müthiş güvenen bir adam. Aşırı-sağın bugünkü popülist yaklaşımlarını daha o zamanlar uygulamış. ''Sağduyusuna, sezgilerine ya da şahsi tecrübelerine resmi raporlardan daha fazla önem atfediyor. En çok da annesini dinliyor. Çünkü ona göre, annesi,  'Fildişi kulelerinde bilimsel araştırmalar temelinde yargıya varan, bir çok uzmana kıyasla halkın duygularını çok daha iyi biliyor, hatta annesi konuştuğunda bizzat halk konuşmuş oluyor' ''.

Nazilerin, siyasi tahlil ve kamuoyu araştırma düzlemlerindeki anne sevgisi Freud'ün ilgi alanına giriyor herhalde.  ''Ama halkımız böyle istiyor. Zaten annem de aynı görüşte!''.

Goebbels'in propagandası tabi ki basına büyük önem veriyor. ''Basını, hükümetin kullanabileceği büyük bir klavye olarak düşünün'' onun sözüdür. Makalede gazetelerin, radyoların ve görsel medyanın yani o zaman sinemanın nasıl kullanılması gerektiği konusunda da bugün bizim de iyi bildiğimiz bazı ülkelerde yarım yamalak da olsa hala uygulanan yöntemler ayrıntılı bir şekilde anlatılmış. Yeni Şafak ya da ahaber'in yöneticileri okuyup anlasalar (Zayıf bir ihtimal), ''Yahu bu iş, meğerse, bizim yaptığımız gibi değil, Goebbels taktikleriyle yapılmalıymış!'' der.

Mesela hangi konuda hangi medya türünün kullanılması gerektiğinden, ilk bakışta siyasi değilmiş gibi görünen eğlencelik sinema filmleri de Goebbels'in ilgi ve çalışma alanı içinde. Görsel malzemenin, montaj bile olsa,  gazete yazısından ya da radyo konuşmasından daha etkili ve ikna edici olduğunu çoktan saptamış Propaganda Bakanı.

''Yayın politikası, bir savaş silahıdır. Amacı haber vermek değildir, savaşı sürdürmektir''  diyen Goebbels, işte tam da burada teslim bayrağını çekmek zorunda kaldı. Çünkü onun yayın politikası ve propagandası savaşı sürdüremedi ve savaşı kaybetmesini önleyemedi.

İlginçtir, Goebbels propaganda bayrağını İngilizlerden almıştı, bilahare Amerikalılar, önce iki süper devletten biri, sonra da yeni global imparatorluk olarak Goebbels'in bayrağını dalgalandırmaya başladı. Tabi bu arada Putin Rusya'sının bu alandaki marifetlerini de göz ardı etmeyelim.

Propaganda, aslında iktidar açısından, ancak kısa en fazla orta vadeli bir zaman dilimi için geçerli bir araç. Nice büyük devletler, devasa propaganda faaliyetine rağmen sonunda yıkılıp gitti.

Artık neredeyse her olayda, her haberde, her programda ortaya daha net çıkan bir olguyu da gözönünde bulundurmamız gerekiyor: İnsanlar, medyayı daha çok yeni bilgiler edinmek, olayları öğrenmek ya da farklı yorumlar hakkında haberdar olmak, ufkunu genişletmek için izlemiyor. Sıradan yurttaşın medyadan beklentisi, kendi önyargılarını, kendi öznel düşüncelerini doğrulayan, haklı gösteren yayınlar yapması.

''Manipüle edilen insanlar, aslında kendi bağımsız iradeleriyle hareket ettiklerine inanıp güvendikleri zaman propaganda en iyi şekilde etkili olur'' diyor Goebbels. Dolayısıyla, propagandanın etkili olabilmesi için bu propagandaya,  bağımsız sandıkları hür iradeleriyle inanacak bir insan topluluğu gerekli. Ama aynı zamanda da, propagandayı yine ve hakiki hür iradeleriyle çözebilecek ve ona inanmayacak bir insan topluluğu varsa o zaman da etki sıfıra yakın!

İnançla bilgi arasındaki hiyerarşiyi değiştirmeden, görüş ile olay arasındaki rabıtayı düzgün kurmadan doğru gazetecilik/habercilik de amacına ulaşmayabilir, yeterli olmayabilir.  

Yine de Goebbels'in faşist propaganda tekniklerini öğrenmemiz, bilmemiz gerek. Herhalükarda altetmek için. Yani yurttaşları ajitasyon ve propagandaya karşı bilgilendirmek ve bilinçlendirmek için. Bunu da ancak, demin belirttiğim çekinceyi tekrar ederek,  doğru gazetecilik, doğru habercilikle yapabiliriz. Aksi takdirde Mars'a dört şeritli otoyol da yapılır, Türkiye ekonomisi de pırıl pırıl parlar, dünya da bizi acaip kıskanır, hatta Lazkiye'den Suriye muhaberatının adamını da milli ve yerli bir operasyonla kaçırabilirsiniz.  Yeter ki aklınızı kaçırmayın!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi