Demokrasi ve Anayasa hukuku bağlamında 'kayyım' sorunu

Demokrasi ve Anayasa hukuku bağlamında 'kayyım' sorunu
Yürütmenin yapmış olduğu iş ve eylemleri, salt siyasal değerlendirmenin yetersiz kalacağı kanaatiyle hukuksal yönden de tartışmaya açmak gerekmektedir.

Av. Yunus MURATAKAN


2008 yılından itibaren kapitalizmin yaşadığı yapısal krizin geniş kitlelerde yarattığı yoksulluk, başta Ortadoğu ve dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanılan çatışmalar, küresel örgütler eliyle terör eylemlerinin dünyanın her tarafına yayılması, Brexit olayı, güneyden kuzeye yaşanılan göç dalgası, uygar dünyada son dönemde temel hak ve hürriyetlerin gerilemesine, demokrasiye olan duyarlılığın azalmasına ve popülist sağ siyasetin milliyetçi-muhafazakar söylemlerinin geniş yığınlar tarafından yeniden kabulüne ve savunulmasına zemin hazırladı. 

Bununla beraber Türkiye’dı 2013 yılında başlayan ve "Çözüm Süreci" olarak adlandırılan süreçte tarafların sürece olan inançsızlıkları, karşılıklı güvensizlik, kısa dönemli grup ve parti çıkarlarının ön planda tutulması, Kürt siyasetinin Kürtlerin halk olmalarından kaynaklı kolektif hak talepleri ve özellikle Suriye iç savaşında bulundukları bölgelerin denetimini ellerine almaları, teritoryal egemenliklerini kurmaları ve geliştirmeleri ile Irak Kürtlerinin bağımsızlığa doğru ilerlemelerinden kaynaklı Türkiye Kürtler’nin de aynı taleple motive olabileceklerine yönelik devlet endişesi, bölünme korkusu ve beka kaygıları nedeniyle çözüm süreci bitti ve alışılmışın dışında insani ve toplumsal tahribatın yaşandığı bir döneme girildi. Çatışmaların kentlerde devam ettiği bir süreçten sonra askeri darbe teşebbüsü yaşanmış akabinde OHAL ilanı ile Türkiye yeniden sapma rejimi ile yönetilmeye başlanmıştır. 

OHAL sürecinde çıkarılan KHK’ler ile yürütme; yargı denetimi olmadan yapmış olduğu düzenlemeler ile beraber anayasal yetki aşımları yaparak Anayasa’nın ve uluslararası sözleşmelerin yurttaşlara tanımış olduğu temel hak ve hürriyetleri Anayasa’nın 13. ve 15. Maddelerine göre sınırlandırmış, yer yer ise tamamen durdurmuştur.  
Toplamda yedi kez uzatılan OHAL temmuz 2018 itibariyle kaldırılmış, ülke yeniden olağan anayasal rejime dönüş yapmış, ancak OHAL sürecinde çıkarılan KHK’ler OHAL’den sonrada yürürlükte olmaya ve uygulanmaya devam etmiştir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 7 ekimde partisinin Kızılcahamam kampında yapmış olduğu açıklamada "Mart seçimleri geliyor. Bu seçimlerde de teröre bulaşmış olanlar, olur ya sandıktan çıkacak olurlarsa öyle bekleyelim şu olsun bu olsun yok, anında gereğini yapıp kayyım tayinleriyle yolumuza devam edeceğiz." (https://www.artigercek.com/haberler/imf-defterini-tekrar-acmamak-uzere-kapattik) diyerek, 2019 yerel seçimlerinde seçilmesi olası muhalif parti belediye başkanlıklarına KHK’lere dayanarak kayyım atanacağını belirtmiştir.

Her ne kadar son dönemde yürütmenin yapmış olduğu iş ve eylemler hukuksal tartışmadan ziyade politik değerlendirmelere konu edilmişse de; salt siyasal değerlendirmenin yetersiz kalacağı kanaatiyle hukuksal yönünü de tartışmaya açmak gerekmektedir.

YEREL YÖNETİMLER BAĞLAMINDA KAYYIM MESELESİ

1982 Anayasası’nın 123. ve 127. Maddeleri merkezi idare dışında mahalli idarelerin "yerinden yönetim ilkesi" ne uygun teşkilatlanacağını düzenlemiştir. 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü’nden sonra "yerinden yönetim ilkesi"nin idari vesayeti aşan ve temsili demokrasinin olmazsa olmazı olan halkın iradesinin tecelli ettiği seçimleri hiçe saydığını görmekteyiz. Zira 674 sayılı KHK ile DBP’li 93 belediyeye kayyımlar atanmış, milyonlarca insanın seçme ve seçilme hakkı ihlal edilmiş, seçilmişler yerine atanmışların yönetimi artık olağanlaşmıştır. 

674 sayılı KHK değişikliğinden önce Belediyeler Kanununun 44. maddesi hangi hallerde belediye başkanlarının başkanlıktan uzaklaştırılacağını tahditi olarak saymıştır. Buna göre belediye başkanının istifası veya ölümü durumunda kendiliğinden, devamsızlığı ve görevini yürütmeye engel sağlık veya engelli halinin ortaya çıkması ve son olarak meclisin feshine neden olan eylemlerin içinde bulunması durumlarında İçişleri Bakanlığı’nın başvurusu üzerine Danıştay’ın kararıyla görevlerinden uzaklaştırılabiliyordu. 

674 Sayılı KHK ile Belediyeler Kanununun 45. Maddesine ek düzenleme yapılmıştır. Buna göre "Ancak, belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesinin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılması veya tutuklanması ya da kamu hizmetinden yasaklanması veya başkanlık sıfatı veya meclis üyeliğinin sona ermesi hallerinde 46 ncı maddedeki makamlarca belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesi görevlendirilir" hallerinde belediye başkanı, başkan vekili veya belediye meclis üyelerinin görevlerinden uzaklaştırılmasına eklemeler yapılarak görevden uzaklaştırma sebepleri genişletilmiştir. 

Gerek 44. maddede düzenlenen tahditi sebepler, gerek  KHK ile  45. Maddede yapılan ek değişiklikle de olsa;  İl belediyelerine İçişleri bakanlığınca, ilçe belediyeleri için valilikçe kayyım atanabilmesi için; öncelikle belediye meclisinin on gün içinde toplanmasının sağlanması, toplanan belediye meclisinin başkan veya başkan vekilini seçmesi gerekmektedir. 

Anlaşıldığı kadarıyla 674 Sayılı KHK ile 45. Maddede yapılan ek değişiklik sonrasında 44. Maddede uzaklaştırma sebeplerine ek gerekçeler eklendiği gibi, aynı zamanda; belediye meclisinin toplanmasının sağlanması ve meclisçe yeni başkan veya başkan vekilinin seçilmesinin önüne geçilmiştir. Zira 46. Madde ile büyükşehir ve il belediyelerine İçişleri Bakanlığı’nca, ilçe belediyelerine valilikçe doğrudan kayyım atanma prosedörü uygulanmasının önü açılmıştır. 

Bu değişiklikten sonra uygulamada 93 DBP’li belediye başkanlarından her biri hakkında soruşturma açılarak, gözaltına alınmış, gözaltı ile beraber çok kısa sürede adliyelere sevk edilerek tutuklanmış ve hemen ertesi gününde ilgili belediyelere kayyım atanmıştır. 

Pratikte yaşanılan bu uygulama ile ilgili belediyelere kayyım atanması yargının karar vermeden yürütmenin yargının kararından haberdar olduğu! ve buna göre kayyım görevlendirme hazırlığı yaptığı algısı oluşmasına sebebiyet vermiştir.  

KHK ile Belediyeler Kanununda yapılan bu değişiklik ve Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları göz önünde bulundurulduğunda; kanunların seçilme yeterliliğine sahip olarak kabul ettiği adayların genel ve serbest seçimler yoluyla seçilecek muhalif belediye başkanlarının da aynı akıbeti taşıma olasılığı demokrasi adına kaygı verici bir durum karşımızda durmaktadır. 

Oysa ki Anayasa hukuku açısından belediyelere kayyım atanması; temsili liberal demokrasinin en temel öğelerinden biri olan seçim hakkının ihlali olduğu gibi, ademi merkeziyetçilik ilkesine de aykırılık teşkil etmekte ve olağanüstü dönem KHK’lerinin ileriye dönük yürümezliği ilkesine de aykırılık teşkil etmektedir.

KHK İLE YAPILAN DEĞİŞİKLİKLERİN GEÇERLİLİK SÜRESİ

1982 Anayasa’sının 148. Maddesi Anayasa Mahkemesi’nin kanun, KHK ve TBMM iç tüzüğünün esas ve şekil yönünden denetleneceğini düzenlemişse de, aynı maddede OHAL, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan KHK’lerin şekil ve esas yönünden Anayasa Mahkemesi’nde dava açılamayacağını düzenlemiştir. 

Ancak; Anayasa Mahkemesi 10.01.1991 tarihli 1990/25 Esas numaralı kararında "Olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri ile, yasalarda değişiklik yapılamaz. Olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri ile getirilen kuralların olağanüstü hal bölgeleri dışında veya olağanüstü halin sona ermesinden sonra da uygulanmalarının devamı isteniyorsa bu konudaki düzenlemenin yasa ile yapılması zorunludur. Çünkü olağanüstü hal bölgesi veya bölgeleri dışında veya olağanüstü halin sona ermesinden sonra da uygulanmalarına devam edilmesi istenilen kuralların içerdiği konular ‘olağanüstü halin gerekli kıldığı konular’ olamaz"  demiş ve devamında "Anayasanın 148. maddesinin biçim ve öz yönünden Anayasaya uygunluk denetimi dışında tuttuğu KHK’ler olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda çıkartılan KHK’lerdir. Anayasa Mahkemesinin çıkartılan bir olağanüstü hal KHK’sinin bu niteliği taşıyıp taşımadığını belirlemesi ve eğer bu niteliği taşımıyorsa uygunluk denetimini yapması zorunludur." Diyerek OHAL dönemi sonrası devamı istenilen düzenlemelerin muhakkak yasa şeklinde olmasını, kanun şeklinde çıkarılmayan ancak yürürlüğü devam edecek KHK’ların denetiminin kendi görev alanı içinde olduğunu karar altına almıştır.

Anayasa Mahkemesi aynı kararında "Olağanüstü Hal Yasası ile Sıkıyönetim Yasası, olağanüstü halin veya sıkıyönetimin ilân edildiği bölge veya bölgelerde olağanüstü halin veya sıkıyönetimin devamı süresince uygulanırlar. Bu hallerin kaldırılmasına karar verildiğinde bu yasaların o bölge veya bölgelerde uygulamaları sona erer. Olağanüstü halin veya sıkıyönetimin, gerekli kıldığı konularda çıkartılan KHK’ler, bu hallerin ilan edildiği bölgelerde ve ancak bunların devamı süresince uygulanabilirler. Olağanüstü halin sona ermesine karşın, olağanüstü hal KHK’sindeki kuralların uygulanmasının devam etmesi olanaksızdır. Bu nedenle, olağanüstü hal KHKleri ile, yasalarda değişiklik yapılamaz. Olağanüstü hal KHK’leri ile getirilen kuralların olağanüstü hal bölgeleri dışında veya olağanüstü halin sona ermesinden sonra da uygulanmalarının devamı isteniyorsa bu konudaki düzenlemenin yasa ile yapılması zorunludur. Çünkü olağanüstü hal bölgesi veya bölgeleri dışında veya olağanüstü halin sona ermesinden sonra da uygulanmalarına devam edilmesi istenilen kuralların içerdiği konular olağanüstü halin gerekli kıldığı konular olamazlar. Olağanüstü hal KHK’si çıkarma yetkisi olağanüstü hal süresiyle sınırlıdır. KHK ile getirilen kuralların nasıl olağanüstü hal öncesine uygulanmaları olanaksız ise olağanüstü hal sonrasında da uygulanmaları veya başka bir zamanda veya yerde olağanüstü hal ilânı durumunda uygulanmak üzere geçerliklerini korumaları olanaksızdır." Diyerek karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesi ilgili kararıyla çok açık bir şekilde OHAL dönemi KHK’lerin sadece OHAL süresi içinde geçerli olacağını, OHAL’in kalkmasıyla OHAL döneminde çıkarılan KHK’lerin kendiliğinden hükümsüzleşeceğini karar altına almıştır. Dolayısıyla 674 Sayılı KHK ile Belediyeler Kanunu’nda yapılan değişiklik OHAL’in kalkması ile kanaatimizce hükümsüz hale gelmiştir.

Yine Türkiye bazı maddelerine çekince koysa da Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartını imzalamış ve onaylamıştır. Şart ile demokratik adem-i merkeziyetçiliğin önünün açılması, yerel yönetimlerin genel ve serbest seçimlerle belirlenmesi, yerel yönetimlerin görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi için gerekli olan kamu kaynaklarını sağlaması, harcama yetkisinin yerel yönetimlerce serbest kullanılması gibi düzenlemeleri Türkiye kabul etmiştir. Dolayısıyla belediyelere kayyım atanması durumunda Türkiye sözleşmeyi de ihlal etmiş olacaktır. 

SONUÇ YERİNE

Kapitalizmin yaşadığı yapısal krizin güvenlik ihtiyacından kaynaklı otoriter eğilimleri güçlendirdiği, demokrasiye kayıtsızlığı geliştirdiği, birey ve grup haklarının kısıtlamalara tabi tutulduğu, devlet üstü örgütlerin ve uluslararası yargı makamlarının da bundan etkilenip çekimser yaklaştığı sosyal bilimcilerin neredeyse ortaklaştığı bir gözlem/tespit olarak önümüzde durmakta. Uluslar arası yargı denetiminin zayıfladığı, ülke çıkarlarının insan haklarının önüne geçtiği bir dönemde bunun  Türkiye’ye de yansıdığı çok açık bir şekilde görülmektedir. 

Unutulmamalı ki; Türkiye’nin başta Kürt sorunu olmak üzere kronikleşmiş sorunları, demokrasinin kurumsallaşıp korunması, temel hak ve hürriyetlerin geliştirilmesi ile yerinden yönetim ilkelerinin kabulü ile mümkün olabilecek ve toplum rahat nefes alabilecektir. 

Öne Çıkanlar