Temelli: Halktan güçlü bir çağrı gelseydi, Meclis'ten çekilirdik

Temelli: Halktan güçlü bir çağrı gelseydi, Meclis'ten çekilirdik
HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, bir dahaki seçimlerde CHP’yle kuracakları ilişkide geçmişin bakiyelerinin değil, geleceğe ilişkin söz ve eylemlerin belirleyici olacağını söyledi.

HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, meclisten neden çekilmediklerini açıkladı, Tabandan çok güçlü bir sesin gelemesi durumunda çekileceklerini belirten Temelli, "Tabandan çok güçlü bir çağrı gelseydi, Meclis'ten çekilirdik. Çünkü biz, diğer partilerden farklı olarak, halkımızla beraber bir örgütsel hayat biçimlendiriyoruz. Bunca tutuklamaya, baskıya rağmen HDP’nin nasıl hâlâ ayakta kaldığını merak edenlere de yanıt vermiş olalım, tam da bu nedenle, yani halkımızla birlikte hareket ettiğimiz için ayaktayız" dedi. 

İktidarın operasyonları HDP üzerinde ne tür etkiler yaratıyor? Şubat ayında yapılacak olan HDP kongresinde eş başkanlar değişecek mi? HDP bundan sonra nasıl bir siyasi hat izleyecek?

HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, İrfan Aktan'ın sorularını yanıtladı. Temelli'nin Gazete Duvar'da yer alan söyleşisinin bir bölümü şöyle: 

Hemen her gün partinizin üyeleri, belediye başkanları, il başkanları gözaltına alınıp tutuklanıyor. Genel merkezinizin bazı tutuklamalara yönelik sert tepki bile vermediği görülüyor. Siz bu tutuklama furyasına alıştınız mı?

Hayır, sadece biz değil, siyaset yapan hiç kimse bu hukuksuzluğa alışmamalı. Ortadaki gerçeklik yeni bir hukuk yaratma değil, var olanın askıya alınmasıdır. Olağanüstü hâlin, istisna halinin süreklileştirilmesi hedefleniyor. Herhangi bir alanda hukuk askıya alınmaya başlandığı an, bir virüs gibi her alana sirayet eder. Dolayısıyla en ufak hukuksuzluğu kabul etmek, buna alışmak, bünyeyi ölüme yatırmaktır. O nedenle demokratik siyasetin içinde bir gelecek tasavvurunda bulunanların, en ufak bir hukuksuzluğa dahi şiddetle karşı çıkması gerekir ki, bu da en meşru haklarıdır. Biz de tam bunu yapıyoruz. Alışmak ne kelime; toplumun reflekslerinin yok edilmemesi için büyük bir mücadele yürütüyoruz. Sürekli çağrılar, eylemler yapıyoruz. Sorunuzu anlıyorum; tüm bu mücadelemize rağmen, bize karşı yapılan hukuksuzluklara alıştığımıza dair bir algının da olduğunu biliyorum.

Bu algı neden oluşuyor sizce?

Medyasıyla, devletin diğer vasıtalarıyla bize karşı çok büyük bir psikolojik savaş da yürütülüyor. Haber kanallarında neredeyse hiç yokuz. Sesimizi duyurabileceğimiz birkaç mecra dışında eldeki tek alan sosyal medya. Ama orada da ciddi sıkıntılar var.

‘STRATEJİMİZ OLMASA, MİLLET İTTİFAKI’NIN KONUŞACAĞI BİR BAŞARI OLMAZDI’

Kılıçdaroğlu’nun açıklamasına gelirsek…

Cumhurbaşkanı’nın Millet İttifakı’nı dağıtmak istediği açık. Fakat biz bu ittifaka dahil değiliz ve içinde de olmadık. Zaten iki kutuplu siyasete de başından itibaren karşı çıktık. Biz demokrasi ittifakından yanayız. İki-üç partinin bir araya gelip aritmetiği düzeltmeye çalışmasının, pazarlıkların, sağlıklı ittifaklar doğuramayacağını düşünüyoruz. Üstelik 31 Mart’ta cesaretle o stratejik kararımızı almasaydık, bugün Millet İttifakı’nın konuşacağı bir başarı da olamazdı. Biz demokrasi ittifakını 31 Mart öncesinde de, dün erken seçim çağrısı yaparken de dile getirdik. Demokrasi ittifakı yeni bir anayasa, gerçek anlamda bir yargı reformu ve yerel demokrasiyle güçlendirilmiş bir parlamenter sistem mutabakatına çağrıdır.

Bu çağrınız, CHP’yle bir ittifak ilişkisine girip girmeyeceğinize dair bize ne söylüyor?

Sadece CHP’yle değil, parlamentoda temsil edilen veya edilmeyen partilerle, bir seçim atmosferinde yan yana gelme koşullarını bugünden konuşmak çok anlamlı değil.

Neden anlamlı olmasın?

Bugün yapmamız gereken toplumu, toplumsal muhalefeti demokrasi ittifakı için harekete geçirmek, bu yöndeki talepleri açığa çıkarmak, o buluşmaları sağlamaktır.

‘CHP’NİN KÜRT SORUNU, ROJAVA VE KÜRDİSTAN İÇİN NE SÖYLEYECEĞİ BELİRLEYİCİ OLACAK’

Şu an söz konusu değil ama farz edelim ki yerel seçimler erkene alındı. CHP’nin, 9 Ekim’de başlatılan savaşa verdiği destek ortadayken 31 Mart-23 Haziran "ruhunun" tekrar dirilmesi söz konusu mu? Yine olsa yine CHP’li adaylara destek verir misiniz?

Siyaset bütün o meseleleri birbirine ekleyerek yol almıyor. 31 Mart’ta biz öncü rolü oynayarak bir strateji ortaya koyduk ve Türkiye’de çok önemli bir değişim, dönüşüm sürecinin önünü açtık. İnsanlar büyük bir umutsuzluktan çıktı, "bu iktidar değişebilir" umudu yeşerdi. Şimdi erken genel veya yerel seçimler geldiğinde, orada ortaya çıkacak ilişkiler geçmişin bakiyeleri veya yaşanmışlıklar üzerinden değil, gelecekte neler yapılacağı üzerinden biçimlenir. Dolayısıyla Rojava’da, Suriye’de, Türkiye’de ne yapmalı sorularına yanıtlar üretmek ve bu yanıtlar üzerinden buluşulup buluşulmayacağına bakmak gerekiyor. Bu yanıtları üretebilecekler mi? Türkiye’deki Kürt meselesi için, Rojava için ne diyecekler? Irak’ta, Kürdistan Bölgesel Yönetimi için ne diyecekler?

CHP’yi mi kastediyorsunuz?

CHP’yi de diğer muhalefet partilerini de kastediyorum. Ne diyecekleri ve ne yapacakları belirleyici olacak.

Yani CHP, savaş tezkeresine verdiği desteğin Kürtlerde yarattığı kırılmayı, geleceğe dair vaatleriyle telafi edebilir mi?

Her yeni ilişki, elbette geçmişi de kapsayarak kurulur.

‘TABANDAN GÜÇLÜ BİR ÇAĞRI GELSEYDİ, MECLİSTEN ÇEKİLİRDİK’

Belediyelere kayyım atanması, milletvekillerinizin fiilen hareket edemez noktaya getirilmesi, binlerce üye ve yöneticinizin tutuklanması… Bu baskılar karşısında çoğunluğu dost cenahtan olmak üzere pek çok insan size "sine-i millete" dönme, parlamentodan çekilme çağrısı yapıyor. Siz ise 12 maddelik deklarasyonunuzda parlamentodan çekilmeyeceğinizi de ilan ettiniz. Bir kere tabanınızdan aldığınız sine-i millet çağrıları ne kadar yoğun?

Tabandan çok güçlü bir çağrı gelseydi, Meclisten çekilirdik. Çünkü biz, diğer partilerden farklı olarak, halkımızla beraber bir örgütsel hayat biçimlendiriyoruz. Bunca tutuklamaya, baskıya rağmen HDP’nin nasıl hâlâ ayakta kaldığını merak edenlere de yanıt vermiş olalım, tam da bu nedenle, yani halkımızla birlikte hareket ettiğimiz için ayaktayız. Öte yandan daha 4 Kasım 2016 darbesinden (HDP eş başkanlarıyla birlikte 12 milletvekilinin gözaltına alındığı gün) iki gün sonra, partimizin tüm yetkili organları toplanıp sine-i milleti tartıştı. O tartışma sürecini biz halkımızla beraber üç ay sürdürdük. İlçe ilçe, il il toplantı yaptık, cezaevlerindeki, sürgündeki arkadaşlarımızla görüştük. Ve o sürecin sonunda, siyasette bir kişi bile kalsak mücadeleye devam etme kararı aldık.

19 Ağustos’ta üç büyükşehir belediyemize kayyım atanan siyasi darbeden sonra sine-i millete dönme tartışması tekrar önümüze geldi. Biz ertesi gün Diyarbakır’daydık ve konuyu tartışmaya başladık. Ama bu tartışmayı da sine-i millet bağlamında değil, nasıl mücadele edeceğimiz üzerinden yürüttük. Elli günü aşan sokakta, çok yoğun saldırılara rağmen eylemler yaptık. Milletvekili arkadaşlarımız ölüm tehlikesi atlattığı halde direndik. Kayyım rejimini tüm Türkiye’ye bir kez daha teşhir ettik. İşin sadece kayyımların yediği kadayıflardan, kuruyemişlerden ibaret olmadığını herkese anlattık. Maalesef hem Türkiye hem de uluslararası kamuoyunu bazı konularda bilgilendirmek bile, medyanın malum hali dolayısıyla ağır bedellerle mümkün olabiliyor.

Çekilmeniz yönündeki önerileri nasıl değerlendiriyorsunuz peki?

Bu öneriyi yapan arkadaşların haksız veya yanlış olduğunu söylemiyorum. Bu da bir seçenektir. Ama içinde bulunduğumuz koşulları değerlendirdiğimizde, bu seçeneğin bugün için mücadelemize katkı sağlamayacağı sonucuna ulaştık.

‘AKP, MEŞRUİYET ZEMİNİ OLMADIĞI İÇİN İSTİSNA HUKUKU YARATAMIYOR’

Söyleşinin başında "daimi istisna hâli"nden söz ettiniz ki, bu söz akla Alman siyaset kuramcısı ve hukukçu Carl Schmitt’i getiriyor. Fakat Schmitt’in buna ilişkin meşhur makalesi "egemen, olağanüstü hâle karar verendir" cümlesiyle başlıyor. Mevcut iktidarın artık ülkeyi yönetemediğini söylüyorsunuz ama AKP-MHP uzun süredir "olağanüstü hâle" karar verebiliyor. Bu onu aynı zamanda egemen de kılmıyor mu?

Carl Schmitt normun yerine bir başka hukukun geçici süreliğine yapılandırıldığını söylüyor. Fakat AKP-MHP iktidarı istisna hâlini süreklileştirmeye çalıştığı halde bunun hukukunu yaratamıyor. Bu hukuku var edecek bir toplumsal meşruiyet zeminine de sahip değil. Naziler, olağan hukukun yerine başka bir hukuku koyarken, onun etrafında inanılmaz bir toplumsal destek yarattılar. O yüzden Nazi Almanyası, faşizmin ulaşabildiği en uç nokta olabildi. Ama Türkiye’nin mevcut iktidarı, sağ popülizmden beslenerek yaratmaya çalıştığı post-faşizmi, bir hukuk yaratamıyor.

Hukuktan kastınız kanunlar mı?

Hayır, aynı zamanda geniş kitlelerin dahil olduğu, desteklediği bir daimi olağanüstü hâl hukukundan söz ediyorum. AKP-MHP, faşizmde toplumsal mutabakatı sağlayamadı. Toplum rıza göstermedi için şiddete bu kadar başvuruyorlar.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar