'Size mama yok, başka kapıya'

Oyropa sizlere, fantezi bu ya yerinizde durun diye nafakanızın yarısını fondan verecek olsa da kalanı size verecek bir veliniz yok artık. Öldüğünden değil sizi evlatlıktan reddettiğinden.

Türkiye’de yüksek öğrenim görme olanağını kazanma başlı başına bir kumar. Tercihlerinizi bir sıralamaya koyuyorsunuz. Sınava giriyorsunuz, gönlünüzde olana değil de, puanınızın tuttuğu, pek hevesli olmadığınız bir yere razı oluyorsunuz.

Bu yıl kolej imtihanlarında büyük çoğunluk döküldü. Görece başarılı olanlar, talebe oranla belirlenen bir yere girmeye hak kazandılar.

Kabataş Lisesi'ni bitirdiğimde gönlümde Robert Kolej (şimdi Boğaziçi Üniversitesi) yatıyordu. Babam 100 TL olan harç parasını bile yatırmaya razı olmayınca, genel sınava girdim. Birinci tercihim olan AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesini kıl payı kaçırdım. Bekleyip yedekten girmeyi düşündüm, ama ona da amcam "ıh" deyince, İÜ İktisat Fakültesine razı geldim.

Deniz inşaat mühendisi oldu ama o da siyaset bilimi mastırını, inşaat mastırına tercih edip yön değiştirdi. Harika bir Thomas Hobbes tezi çıkardı. (*) Ama Leviathan bundan hoşnut kalmayıp, 2 buçuk yılını gaspetti!

Şimdi torunum aynı yollardan geçiyor. Bu yıl sınavlarda herkes döküldü. İlk 4 bine girdi Ayşe Mira, ama o da şimdi beklemede. Bakalım piyangodan neresi çıkacak?

Tam şu sırada, ekrana babasının "SİZE MAMA YOK, BAŞKA KAPIYA!" başlıklı sarkastik yazısı düşmez mi? Paylaşmadan yapamadım sizinle.

***

"Hayat size kimi sırlarını bazen en toy zamanlarınızda açık ediyor. Dank etmesi için yıllar geçiyor. 90’lardan bu yana duyup "durduğumuz" meselelerden biri, "beyin göçü", yine öyle zamanlardayız işte. Gitmeye hazırlananlar, gitmekte olanlar ve çoktan gitmiş olanlardan oluşan yıllara yayılmış kocaman bir kafile halen kıvrım kıvrım hareket halinde. "Aman kal, ne olur gitme!" diyen de yok işte.

Başka bir şehirde çömez bir stajyerken, ikinci haftamın sonuydu galiba, ustam konuşmak için yanına çağırdı. Karşısına oturur oturmaz hemen konuya girdi. "Bazen," dedi, "çalıştığın yerde, hem de sen işlerin gayet yolunda gittiğini düşündüğün bir zamanda sana gitmen gerektiğini söyleyebilirler. Nedenini öğrenmek için uğraşırsın ama söylemezler. Ne hata yaptığına dair için içini yer, nafile, bilemezsin. Sadece gitmen gerekir ve de gidersin. İşte oğlum şimdi tam da böyle bir zamandayız, çaban için teşekkürler ama şimdi gitmen gerekiyor, dediğim gibi nedeni boşuna sorma." Yarım saat sonra otobüs garına vardığımda hala ne hata işlediğimi düşünüp duruyordum. Ama şimdi bakınca şanslıymışım, staj yarım kalsa da iş hayatına dair esaslı bir dersi bedel ödemeden yani işsiz kalmadan almıştım. 

Ordu Mesudiye Rum Kilisesi                                                                                                                                                   

İnsan, bir iki işyerinde çalıştıktan sonra kendisini deneyimli sanmaya başlıyor. Yeni evli, işini bilen elaman özgüveniyle lüks muhitin, lüks binalarından birindeki ofisin kapısına dayanıverdim. İş görüşmesi. Sıram geldiği gibi şakımaya başladım, "onu yaptım, bunu bilirim, analitik biriyim…" İşveren bu tiradın arasında sorması gereken kritik soruları sormuş ve gerekli notlarını çoktan almıştı. Ve söz sırası ondaydı, "Çok güzel özetlediniz ve anladığım kadarıyla meslekte güzel yol almışsınız ancak biz bu pozisyon için daha çok bekâr, ailesiyle oturan bir arkadaşı düşünüyoruz." Kapının dışına vardığımda ana fikri kafamda özetlemiştim: maaşının yarısını biz verelim yarısını da ailen versin, bunu kabul eden gelsin.

Yıllar sonra şimdiki zamana varıp veli sınıfından liseye geçiş sınavlarının muhatabı olunca bunların sadece bireysel maceralar olmadığını anlıyorum. Bir parça başarı yakalamış olan neredeyse tüm öğrencilerin aileleri, yurt dışında üniversite eğitimine yol verecek liselerin peşine düşmüş halde. Büyük usta sanki her bir veliyi aynı görüşmeye çağırmış gibi, "nedenini sormayın, bu stajyer vatandaşların gitmesi gerekiyor." Millet ne yapsın "diplomalı işsizlik" sopası arkada, batıda yakalanacak refah ihtimali havuç misali önlerinde sallanmakta. Ege’yi diplomalardan yapılma kâğıttan kayıklarla aşmak, botla geçmekten, yüzde elli ihtimal boğulup gitmekten daha iyi sonuçta.

Göçmek malum olduğu üzere kabul görmekten geçiyor. İster cisminizi ister beyninizi göçürecek olun durum değişmiyor. Suriye iç savaşından kaçanlar ve araya kaynak olmuş Afganlar, Orta Asyalı'lar kabul gördükleri miktar kadar yeni konumlarındalar. Yurdumda kimine göre üç kimine göre beş milyon, Avrupa’ya yayılmış birkaç yüz bin. Avrupalara varamamış ara duraklarda takılıp kalanlar vasıflarınca hayata tutunmaya çalışıyorlar. Oyropa, şimdilik "Yurtveren", belki ileride iş verecek olan "ara durak" reisleri ile iyi anlaşıyor gibi. Çözüm, "nafakanın yarısını biz verelerim, yarısını da size sahip çıkan cici babanız versin" modeli, gelsin fonlar dura kalsın göçmen paryalar.

Ülke ekonomileri aşkın büyüme yaptığında sıradan vatandaşların da refah ve kazançları iyileşir ama bu nispeten aritmetik bir değişimdir, varsılların zenginliği ise geometrik şekilde artar, yani katlanır, ama yine de genel olarak herkesin keyfi yerindedir. Çünkü iyi kötü herkes müşteridir, herkes kıymetlidir. Ancak işler terse dönüp, ekonomi küçülmeye, bozulmaya başladığında durumlar değişir. Kayıp sıradan vatandaşa geometrik yansır. Eğer ekonomiye dair çelişkiler, savaş, içsavaş çıkaracak kadar derinleşmişse vatandaşların ellerinde hiç bir şey kalmaz, hayatlarını kurtarmanın derdinden başka. Buna karşın her durumda varsıl, elden geldiğince gücünü, iktidarını korumaya bakar, gerekirse diyet öder. Fırsat yakalarsa batanların üzerine çöker, varlığını yine katlar. Sonuçta handikapları fırsata çevirmek, bu piyasalardaki en büyük iktisadi erdem.

Hal böyleyken kendini yurdunun sahibi sanan bizler kedi misali %50 %50 iki ayrı torbaya toplanmış durumdayız. Belediye görevlileri ak kedileri birine, kara kedileri diğerine tıkmayı becermiş vaziyette. Ve maalesef bu ayrımın sebebi beslenme saatinde anlaşıla gelmekte. Gerçek şu ki yurdumda tüm kedilere yetecek kadar mama kalmadı. Geçmişte tüm kedileri aynı anda yarı aç yarı tok bırakan siyasetlerin tarih olduğu bilindiğinden olsa gerek; şimdinin siyaseti çareyi kolayına/işine gelen yarıyı tok diğer yarıyı maddi ve manevi hepten aç koymakta bulmuş gibi. Bile isteye ülkenin tüm cazibesi sönümlenmekte. Çocuk istismarı, kadına şiddet, hayvanlara şiddet, eğitimin battıkça batması, her nevi anti demokratik uygulama, giderek artan fırsat eşitsizlikleri, her nevi ötekileştirme, ayrımcılık, adaletsizlik… Hiçbirini çözmeye niyet yok. Sadece fonda aynı mesaj tekrar edip duruyor, "giden gitsin, kimse de sebep sormasın!"

Ey, yurdumun gözden çıkartılmış kara kedileri! Gönlünüz olsun olmasın, içine düştüğünüz torbada birleştiniz bile. Mama aslanın midesinde, şakası yok, bu işin kavgası büyük olur. İnsanlık hali, kimi gider kimi kalır; kimi siner kimi göze alır.  İmkânları elverip gitmeye niyetlenenler, arkanızdan su dökülmesini beklemenizin bir anlamı yok. Ümit odur ki size "hoş geldin," diyen birileri, bir yerler olsun, yoksa durum harbi kötü. Zira Oyropa sizlere, fantezi bu ya yerinizde durun diye nafakanızın yarısını fondan verecek olsa da kalanı size verecek bir veliniz yok artık. Öldüğünden değil sizi evlatlıktan reddettiğinden." Sinan Zarakolu (15.07.2018)

(*) Cihan Deniz Zarakolu, Thomas Hobbes'un Siyaset Felsefesi, İstanbul 2013; Thomas Hobbes, De Cive / Yurttaşlık Felsefesinin Temelleri, Türkçesi: Cihan Deniz Zarakolu, 3. Baskı, İstanbul 2018.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi