Aşkın tarihsel seyri üzerine: 'Tutku Olarak Aşk'

Aşkın tarihsel seyri üzerine: 'Tutku Olarak Aşk'
Merve Küçüksarp bu hafta, sosyolog Niklas Luhmann’ın Livera Yayınları etiketiyle çıkan 'Tutku Olarak Aşk' kitabı üzerine yazdı.

Merve KÜÇÜKSARP


Sosyolog Niklas Luhmann’ın ‘Tutku Olarak Aşk’ isimli eseri, ‘Mahremiyetin Kodlanışı’ alt başlığı ve Ozan Basdaner çevirisi ile Livera Yayınları tarafından yayımlandı. Luhmann bu çalışmasında, aşk mefhumunu mercek altına alıyor ve onun tarihsel düzlemdeki seyrini, modernizm ile birlikte uğradığı değişimleri, evlilik kurumu ile olan imtihanını sosyolojik boyutta inceliyor.

Niklas Luhmann, ‘Tutku Olarak Aşk’ isimli eserinde aşk mefhumu ile ilişkili bir iletişim teorisinden bahseder. Kişisel ya da kişisel olmayan ilişkilerde sevgi kavramını ortaya çıkaran ve mümkün kılan kodlar üzerine okuru bilgilendirir. Bu kodlar, aynı zamanda çiftler arasındaki iletişimin muvaffak olması için elzemdir. Ki zaten Luhmann’a göre aşk, ortaya çıkması beklenmediği durumlarda dahi onu ortaya çıkartan iletişim kodlarından mürekkeptir.

Luhmann bu bağlamda aşkın fiziksel ya da duygusal bir şey olmadığını, bu kodlarla inşa edilen bir sosyal sistem veya etkileşim olduğunu da ifade eder. İki kişinin varlıklarını dolduran uzamın kenetlenmesi için kimi zaman sembolleştirilen bir iletişim aracı olarak da tanımlar. Bu iletişim aracı çok çeşitli ve sayıda olabileceği gibi, güç, sanat, para gibi kimi faktörler de aşkın iletişim kodlarını kurgulayan öğelere örnek verilebilir.

Luhmann duyguları tetikleyen kimi kodların aşkın nüvesini meydana getirdiğini söylerken, bu kodların insanı dönüştürebilecek, imkansızı mümkün kılabilecek, kişiyi farklı bir ahvale sokabilecek kudrete sahip olacağını da örnekleriyle açıklar. Ancak yine de Luhmann aşkı iletişim kodu olarak tanımlarken, söz konusu iletişime dair şu uyarıyı da yapar:

“… aşk, kendine eşlik eden iletişimsel sorunları tamamen kendine özgü bir şekilde çözmektedir. Paradoksal bir şekilde ifade etmek gerekirse, aşk büyük ölçüde iletişimsiz kalarak iletişim kurar. Aşk öncelikle dolaylı iletişimden yararlanır, beklentiye ve zaten anlaşılmış olmaya dayanır. Ve aşk bu nedenle açık iletişimle, ihtiyatlı soru ve cevaplarlar zarar görebilir, çünkü böyle bir açıklık bir şeyin kendiliğinden anlaşılmadığını gösterir.”

Luhmann aşkı ortaya çıkaran kodların tarihsel düzlemdeki sosyolojik açılımlarını da mercek altına alır. Keza 17. ve 18. Yüzyıllarda aşka dair kodlar edebiyatta yer almaktadır. Bilhassa romanlar kişilerin aşk meselelerinde tedrisatından geçeceği kaynak konumundadır. Öyle ki, tarihin söz konusu dönemlerinde, edebiyatın ihtiva ettiği aşk kavramına körü körüne bir bağlılık vardır, kişiler gerçek hayatta da benzer bir beklenti içine girmektedirler. Bu dönemde edebiyattan çıkıp topluma yerleşen bir saikle, aşk idealize edilir. Aşkı yaratan sebepler maşukun özelliklerine ve kişiliğine dayandırıldığı gibi aşkın kudreti ve süresi aşık olanın hayal gücüne bağlıdır.

Luhmann eserinde 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyıldaki aşk ve onun ihtiva ettiği kodlara dair kimi yaklaşımlar geliştirir. Keza bugün modern toplumda, kişisel olmayan ilişkilerin kişisel ilişkilere, var olan kişisel ilişkilerin ise daha yoğun hale dönüşme imkanının tüm iletişim ve ulaşım araçlarıyla ayyuka çıktığından bahseder. Elbette bugün buna katkı sağlayan bir diğer öğe de, kadın ve erkeğin cinselliği eski dönemlere göre daha özgür yaşayabilmeleridir.

Buna rağmen bugün bireysellik öyle had safhadadır ki, eskiden kişisel ilişkiler ve aşk, birinin diğeri tarafından onaylanmasına hizmet ederken, artık böyle bir şey söz konusu değildir. Hatta bu kendine dönüklük ve bireysellik içerisinde kişinin diğerleri tarafından anlaşılması oldukça zordur. Ancak yine de Luhmann, başkaları tarafından gösterilecek onay ve anlayışın her daim varoluşumuzun ihtiyaç duyduğu bir şey olduğunun altını çizer. Bilhassa bugün… Zira artık kişinin sahip olduğu vasıflar onun eylemlerinin ve deneyimlerinin altını doldurmaya yetmez. Sosyal çevresinin onu nasıl tanımladığı, onun sosyal çevresi içinde nasıl yaşadığı, etrafını nasıl algıladığı, ne hissettiği, nasıl hareket ettiği, onu diğerlerinden ayıran tekmil özgünlükleri de kişinin varlığını dolduran öğelerdir. Aşk da tam bu noktada onun varoluşunu tamamlayacak bir unsur haline dönüşür.

Luhmann eserinde bugün modern toplumda evlilik kurumunun neden başarısız olduğunu da irdeler. 18. Ve 19. Yüzyılda aşk ve ilişkilerdeki romantizm, birbirinden kopuk ve kendi halinde yaşayan, okur yazarlığın pek yaygın olmadığı çiftleri doyurabilmekte, mutlu kılabilmektedir. Ancak modernizmle birlikte insanların ihtiyaçları değişmeye başlamıştır. Aşka dair baskın kültürün empoze ettiği beklentiler, Luhmann’ın tabiriyle “kopyalanmış ihtiyaçlar” artık ilişkilerde kişilerin kendi özgünlüklerinin aşka şekil vermesine olanak tanımamaktadır. Sevgi daha önemsiz hale gelmiş ve ilişkilerin temelinde daha az yer işgal etmeye başlamıştır. İnsanların romantizm ihtiyaçlarını, ilişkide gerçekten var olan şeyler veya aşk diye tabir ettikleri duygu değil, kitap ve filmler tatmin eder. (Veya bu ihtiyacı büsbütün körükler). Başlangıçta piyasanın dayattığı beklentiler, ilkeler, olmazsa olmaz zaruretlerle ortaya çıkan evlilik, romantik aşktan kopuk olduğu için zamanla romantik ihtiyaçlar karşısında yetersiz kalır. Üstelik günlük hayattaki pratik sorunlara da cevap veremez hale gelir. Evlilik, kişilerin birbirlerinin varoluşunda kaybolmak gibi bir deneyimden fersah fersah uzakta bir pozisyon alarak kendi bireyselliklerine çekilen iki bireyin ortak anlayışıyla yapılan bir akit haline dönüşür. Bir dayanışma, ilişki kurmanın bir yolu olur. Zamanla ihtiyaçları karşılayamaz hale gelince, aldatmalar ve ya boşanmalar artar

“Giderek artan bireyselleşmenin evlilikleri tehlikeye attığı ve genelde mahrem ilişkilere ancak büyük zorluklarla karşılanabilecek ağır talepler yüklediği uzun zamandır bilinmektedir. Bunun en önemli nedeni, kişi odaklı iletişimsel dolayımın bütün çatışmaları basit bir davranış veya rol çatışması olarak değil, ilgili kişilere atfetmeye davet etmesidir. Aşk aynı zamanda (…) çatışma halinde sergilenen davranışlar açısından da sınanır. Sosyal ilişkilerin giderek kişiselleşmesiyle birlikte, aşkın kendisi artık davranış ve role dayalı beklentilerden kaynaklanan çatışmaların düzenleyicisi olarak işlev göremez, çünkü aşkın kendisi çatışmadan etkilenir.”

Ola ki, çiftler ayrılmaz ve evlilikleri yıllanırsa, cinselliğin azalması veya zamanla ortadan kalmasıyla birlikte, ortak ilgi alanları ve uğraşları olan arkadaşlara dönüşürler. Tutkunun yerini alan anlayış çiftlere istikrarın yanı sıra bireyselleşmeleri için imkanlar verir.

Niklas Luhmann, ‘Tutku Olarak Aşk: Mahremiyetin Kodlanışı’ isimli çalışmasında, duygusal veya fiziksel bir olgudan ziyade bir kodlar bütünü olarak tanımladığı aşkı masaya yatırıyor ve onun toplumun dinamikleri ile olan ilişkisine, 17. Yüzyıldan başlayarak ihtiva ettiği anlama, geçirdiği evrimlerea, tutku ve istikrar arasındaki girift bağa dair derinlikli bir metin ortaya koyuyor.

Öne Çıkanlar