'Tahir’i kafasından vurdular… Biz oradaydık'

'Tahir’i kafasından vurdular… Biz oradaydık'
Tahir Elçi öldürüldüğü sırada yanında bulunan ve ardından davanın yürütücüleri olan meslektaşları olay anını ve sonrasını Artı Gerçek'e anlattı.

Remzi BUDANCİR
 
ARTI GERÇEK-Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi,  28 Kasım 2015 tarihinde, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı, operasyonların sürdüğü Diyarbakır’ın Sur ilçesi, dört ayaklı minarenin önünde başından vurularak öldürüldü. Meslek hayatını 1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlere kurban gidenlerin faillerinin bulunması, yargı önüne çıkarılmasına adayan Tahir Elçi, hukuk mücadelesinden hiç vazgeçmedi. Kayıp yakınlarının verdiği hukuk mücadelesinin yılmaz bir savunucusu olan Tahir Elçi, yaşamını yitirdiği 28 Kasım 2015 tarihine kadar mücadelesini bırakamadı.

Elçi’nin ölümünün üzerinden tam iki yıl geçti. Cinayet kameralar önünde, güpe gündüz işlenmesine rağmen hala fail bulunmuş değil. Meslektaşları, o an yanında bulunan arkadaşları ve kayıp yakınları, Tahir Elçi’yi ve verdiği mücadeleyi Artı Gerçek’e anlattı.

Tahir Elçi ile aynı köyden olan avukat Neşet Girasun, Elçi ile aynı büroyu paylaşıyordu. Ailelerinin de yakın olmasından dolayı Elçi ile aralarındaki ilişkinin, ağabey kardeş ilişkisinden öte olduğunu ifade eden Girasun, Elçi’yi 7 yaşından beri tanıdığını, Elçi’nin kendisi için büyük bir kayıp olduğunu söyledi.


(Neşet Girasun)

Tahir Elçi’nin ölümünü, "Diyarbakır Barosu Başkanını, Kürt toplumu önemli bir kanaat önderini, Türkiye toplumu ise önemli bir barış adamını kaybetti" sözleri ile anlatan Girasun, "Tahir Elçi, Temmuz 2015 tarihi itibariyle yeniden başlayan çalışmalı sürecin sona erdirilmesi için çok ciddi çabalar sarf etti. Taraflara sürekli çatışmasızlık çağrısında bulundu" diyerek, Elçi'nin çatışmalı ortamın sonlandırılmasına karşı çıkışı ile öldürülmesi arasında bir bağ olduğunu söyledi.

SONUNUN DİNK GİBİ OLACAĞINI SÖYLÜYORDU
 
Tahir Elçi’nin ölümünün, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan ve hukuksuz bir yakalamayla sonuçlanan soruşturma süreci ile bağımsız ele alınmayacağını ifade eden Girasun, soruşturma sonrasında, Tahir Elçi ile yaptığı bir sohbeti aktardı: "Bu soruşturmanın çok bilinçli olduğunu, sıradan bir soruşturma olmadığını ve Hrant Dink sürecine benzer bir süreç için düğmeye basıldığını net bir şekilde ifade ediyordu. Türkiye’nin kaotik bir ortama doğru gittiğini, sonunun Hrant Dink gibi olabileceğini ifade ediyordu. Yakın çevresinin tüm ihtarları, uyarılarına rağmen, o bu süreçte geri adım atamayacağını, evine kapanamayacağını, Diyarbakır Barosu'na ve kendisine ihtiyaç olduğunu, bu sebeple ölüm riskinin olduğunu görmesine rağmen ne yazık ki gerekli güvenlik önlemlerini almadı."
 
BU CİNAYET ÇÖZÜLMEK İSTENMİYOR
 
Girasun, Elçi cinayetini ‘Planlı bir cinayet, planlı bir suikast’ olarak tanımladı. Elçi cinayetinin çözüleceğine inanmadığını söyledi. "Ben bu cinayetin çözülmek istenmediğini düşünüyorum" diyen Girasun, bu düşüncesine ilişkin gerekçeleri şu şekilde sıraladı: "Bunu söylerken, bireysel bir görüşü ifade etmiyorum. Rasyonel veriler ve Türkiye’nin gerçekliği üzerinden bu kanıya varıyorum. Tahir Elçi’nin kişiliği, son 20-25 yıldaki avukatlık pratiği ve toplumdaki karşılığı dikkate alındığında, bu zaten bir suikast, planlı bir cinayet.  Bu cinayet hatayla işlenmiş olsaydı, bir kasıt olmasaydı bu güne kadar bir şekilde aydınlanacaktı. Failler yargı önüne çıkarılacaktı. Bu cinayet hasıraltı ediliyor. Bu cinayetin faillerinin ortaya çıkarılması yasal ve teknik olarak her ne kadar Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Valilik veya Emniyet Müdürlüğü sorumluluğunda olsa bile, cinayetin niteliği, siyasi bir cinayet olma gerçekliğini göz önünde bulundurduğumuzda, bu makamları aşan bir durumdur. Burada güçlü bir siyasi iradenin, daha da doğrusu siyasi iradenin bu cinayeti aydınlatılmasını istemesi gerekiyor. Aksi durumda bu cinayetin aydınlanabileceğini sanmıyorum.

Biz 2 yıldır Diyarbakır Barosu olarak, Diyarbakır Adliyesi önünde toplanıyoruz. Bu etkinlikte şimdiden, Roboskili aileler ve Cumartesi Anneleri gibi uzun soluklu ve sistematik eylemler arasında yerini aldı. Tahir Elçi Cumartesi Annelerinin, Roboksili ailelerin avukatlığını üstelenen bir kişiydi. Bütün ömrünü cezasızlıkla mücadeleye, faili meçhul cinayetlerin faillerinin ortaya çıkarılmasına adamış bir hukukçuydu. Ne yazık ki böyle bir insanı, faili meçhul bir cinayetle kaybettik."
 


(Baki Demirhan)

BİZ ORADAYDIK, TAHİR’İ BAŞINDAN VURDULAR


Avukat Baki Demirhan, Tahir Elçi’nin okul arkadaşı… Okuldayken birlikte öğrencilik hareketlerinde yer aldıklarını, avukatlık mesleğine birlikte başladıklarını anlatan avukat Demirhan, 1993’da beraber gözaltına alındıklarını söyledi. Elçi’den, "Evlerimiz bitişikti. Çocuklarımız beraber büyüdü" diye söz eden Demirhan, Tahir Elçi’nin dört ayaklı minarenin yanında yaptığı basın açıklamasına katılmıştı.

"Orada bulunmamızın sebebi aslında siyasal bir durum falan değildi" diyen Demirhan, o gün yaşananları anlattı: "Tahir’in konuşmalarında da siyasal bir üslup veya siyasal bir hedef falan yoktu. Tarihi eserlerin korunmasına ilişkin bir konuşma yapmıştı. Hiç unutmuyorum… Hatta konuşması çok şiirseldi. Dört Ayaklı Minareden bahsederken, ben ne savaşlar gördüm, ne işgaller gördüm ama hiç bu kadar etkilenmedim. Beni ayaklarımdan vurdular… Şeklinde bir söz kullanmıştı. Tahir Dört Ayaklı Minarenin ayaklarından vurulduğunu anlatınca, biraz sonra kendisinin kafasından vurulacağını bilmiyordu. Tahir’i kafasından vurdular… Biz oradaydık… Çok kalabalık değildik aslında. Bir 20 kişilik gruptuk. Hepimiz oradaydık. Biz nereden ateş edildiğini, nasıl ateş edildiğini gözlerimizle gördük."
 
ELÇİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİ, YENİ BİR KONSEPTİN BAŞLANGICIYDI
 
Avukat Demirhan, Tahir Elçi’nin ölümünü, yeni bir konseptin başlangıcı olarak gördüğünü söyledi. "Biz gözlerimizle gördük, nerden ateş edildiğini, nasıl ateş edildiğini gözlerimizle gördük" diyen Demirhan, "Tahir Elçi’nin ölümünden sonra o toz dumanlı hava daha da fırtınalara büründü. Şimşekler daha hızlı çaktı, ölümler daha fazla oldu. Hak mücadelesinin yolları tıkandı. Hukuk bitti. Bir iddianamede, Tahir Elçi’nin cenazesine ‘terörist cenazesi’ olarak söz ediliyor. Bence Tahir Elçi’ye ‘terörist’ diyen, Tahir Elçi’nin cenazesine ‘terörist cenazesi’ diyen mantık, Tahir Elçi’yi kafasından vuran mantıktır. Çok uzaklara gitmek gerekmiyor, başka yerlerde aramak gerekmiyor…"
 
LİCE DAVASINDA TAHİR ELÇİ’NİN SANDALYESİ BOŞ KALMIŞTI
 
Tahir Elçi’nin hayatını kaybetmesi, yakınlarını kaybeden faili meçhul yakınlarını da derinden sarstı. Bir çok kayıp yakını Elçi ile birlikte hukuk mücadelesi verdi. Hak mücadelesinde sürekli onu yanlarında gördü. Bunlardan biride Lice Adalet Arıyor Platformu üyesi Şiyar Kaymaz. Tahir Elçi ile 2014 yılında, Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesinde başlayan Lice davasının ilk duruşmasında tanıştıklarını anlatan Kaymaz, Elçi’nin bu davanın takipçisi olduğunu belirterek, davanın İzmir’e nakledilmesinin ardından da Elçi’nin sürekli davayı takip ettiğini söyledi.


(Şiyar Kaymaz)

Tahir Elçi’nin, İzmir’deki Lice davasında, sanığın zorla getirilmesi yönünde talebi olduğunu ifade eden Kaymaz, şunları söyledi: "Tahir Elçi’nin olamadığı o ilk duruşmada mahkeme sanığın zorla getirilmesi kararı verdi. Üzüntü salonda çok net görülüyordu. Tahir ağabeyin sandalyesi boştu. Herkes zaten oraya odaklanmıştı. Mahkeme ilk kez sanığın zorla getirilme kararını o duruşmada verdi. O duruşmada bizimde tek istediğimiz Tahir Elçi’nin orada olmasıydı. Bir sonraki duruşmaya sanık getirilerek ifadesi alındı ama artık Tahir Elçi yoktu. Sanığın getirilmesinin bir formaliteden ibaret olduğunu o duruşmada anladık. Savunmayı görmeyen, savunmayı dikkate almayan bir mahkeme heyetiyle karşı karşıya kaldık. Bu davadan bir adalet çıkacağına dair bir umudumuz da kalmadı. Üstüne birde Tahir Elçi’yi kaybetmek bize ağır gelmeye başladı. Biz hem platform olarak hem de mağdurlar olarak davadan çekildik. Davayı, oda Tahir Elçi’nin anısını yaşatmak, onun bu mücadelesini bırakmamak adına iki avukat takip ediyor."

SANIK OLAN ASKERLER TERFİ ALARAK BÖLGEYE GELDİ

Tahir Elçi’nin planlanarak öldürüldüğünü ifade eden Şiyar Kaymaz, Elçi’nin çatışmalı ortamı isteyenlerin hedefinde olduğunu söyledi. "Tahir Elçi’nin takip ettiği davaların yargılanan kesimi askeri personeldi. Bu askeri personeller bir süre sonra terfi alarak, bölgeye atandı. Bunların bölgeye atanmalarının ardından Tahir ağabeyi hedef alma olasılıkları yüksekti" diyen Kaymaz, Elçi’nin neden ve kimler tarafından hedef alabileceğini şu sözlerle anlattı: "1990’lı yılların konseptini uygulayan zihniyetin bunların ortaya çıkmasını istemediği açıktı. Tahir ağabey, 1990’lı yıllardan öldürüldüğü ana kadar bunun mücadelesini verdi. Kendisinin barış kapısının kapanmaması noktasında bir mücadelesi vardı, ama birileri de barış kapısını kapatmak istiyordu. Barış kapısını kapatmak istemeyen Tahir Elçi’yi öldürerek o barış kapısını kapattılar. Tahir ağabey bir planlama dahilinde katledildi. Tıpkı 1990’lardaki Lice, Sivas ve 33 asker olayında olduğu gibi, Tahir Elçi’nin katledilmesi bu konsept dahilinde gerçekleşti. O dönemde de bu tür katliamlarla bir süreç kapanıyordu, yeni çatışmalı bir süreç başlıyordu. İnsanların istediği, rahat nefes aldığı bir barış sürecini kapatmaya çalışıyorlardı. Bunu engelleme çalışan bir insanı öldürerek, ortadan kaldırarak bu kapıyı kapattılar."


(Ahmet Özmen)

DELİLLERİN OLDUĞU SOKAĞIN PARKE TAŞLARI SÖKÜLEREK ATILDI


Diyarbakır Baro Başkanı Ahmet Özmen, soruşturmamım etkili ve hızlı bir şekilde yürütülmediğine dikkat çekti. Tahir Elçi’nin öldürülmesinin ardından, olay yerinde inceleme yapılamadığını hatırlatan Özmen, soruşturma safhasında yaşananları anlattı: "Tahir Elçi’nin cansız bedeni alınırken, olay yerinde, ölümüne sebebiyet veren mermi çekirdeği de alınabilirdi. Alınmadı. 30 Kasım sabahına kadar beklendi. 30 Kasım sabahı başlayan keşif ve olay yeri incelemesinde, 85’e kadar delil numarası verilmişti. Bunlardan sadece 43’ü toplanabildi. Gelen silah seslerinin ardından keşif yarıda kesildi. Keşfin yarıda kesilmesinin ardından, sabah 08.00 itibariyle o sokakta, sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. Dolayısıyla vatandaş, halk o sokağa girdi. Olay yerine vatandaşın girmesi nedeni ile, olay yerindeki delillerin artık bulunabilir durumda değildi. Tahir Elçi’nin vurulduğu alana dair herhangi bir delil alınmadı.  En son, 17 Mart 2016 tarihinde, yani Tahir Elçi’nin öldürülmesine takriben, 5 ay sonra tekrar bir olay yeri incelemesi yapıldı. O olay yeri incelemesinde de delili bir yana bırakın, sokağın zemini oluşturan parke taşları bile yoktu. Söz konusu parke taşlarını molozlar şekilde sökülerek olay yerinden ayrılmıştı."

DOSYADA TANIK ÇOK, ŞÜPHELİ YOK

Normal koşullarda, Elçi’nin vurulduğu sokakta silah kullanan herkesin şüpheli sıfatını taşıdığını ifade eden Özmen, tüm polislerin tanık sıfatı ile ifadesinin alınmasını eleştirdi: "Dosyada, dökümcüler sokak isminde bir sokağın başında 3 kişinin çıktığı yönünde görüntüler var. Tahir Elçi’nin vurulmasından sonra bu 3 kişi, dar dökümcüler sokaktan çıkıyor, yeni sokağa doğru çıkarak, oradan da olay yerinden ayrılıyor. Dosya üzerinden yapmış olduğumuz incelemelerde, onlardan bir şahsın ne olay yeri görev listesinde bulunduğu, ne olay yeri tutanağında imzası olduğunu, ne de tanık veya benzer sıfatla da ifadesinin alınmadığını tespit ettik. Bizde bu şahsın, tabiri caizse bir nevi gizlendiğini ileri sürerek, savcılığa başvuruda bulunduk. Başvurumuz üzerine bu şahıs bulundu, polis memuru olduğu tespit edildi. Tahir Elçi’nin vurulmasının ardından iki hafta sonra, tanık sıfatıyla ifadesi alındı. Biz şahsın gizlenmiş olması, polis memuru olarak görevli olmasına rağmen, olay anına ait tutanağa imza atmamasını ve benzer bir çok sebeple şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınmasını talep etmiştik. Ama ne yazık ki tanık sıfatıyla ifadesine başvuruda bulunuldu. Bu son polisin de ilave edilmesi ile tanık olarak ifadesi alınan polis sayısı 26 oldu. Biz orada bulunan 26 polisin sanık olduğunu söylemiyoruz. Bulundukların yer, bulundukları konum, silah ateşlemeleri, ateşledikleri yön, silahı ateşlerken bulundukları açı ve benzer şeyler, bunların şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alınmasını gerektiriyor."

HEM GÖRÜNTÜLER KAYIP HEMDE KAMERA BOZUK!

Emniyet görüntülerinden 13 saniyelik bir görüntünün kayıp olduğunu, Cumhuriyet Başsavcılığına, o kamera kayıtlarının incelenmesine yönelik taleplerinin kabul edilmediğini anlatan Özmen, PTT kamera kayıtlarında ise 30 dakikalık görüntünün eksik olduğunu söyledi. Mardin Kebap adlı işyerinde kamera olduğunu savcılığa sözlü olarak ilettiklerini anlatan Özmen, kendi talepleri üzerine oradan kamera alındığını söyleyerek, kameranın gönderildiği Diyarbakır Emniyet Kriminal ve Jandarmanın kameranın açılamadığı yönünde bir cevap gönderdiğini belitti. Özmen, "En sonunda İstanbul Adli Tıp Kurumu'na gönderildi. Çok uzun bir aradan sonra cevap geldi. Söz konusu iş yerinde bulunan kamera sistemine 4 ayrı kamera bağlı olduğu, işyerinin her bir katının içine bakan 3 kameranın çalıştığını, dışarıya bakan bir kameranın ise bozuk olduğu ve kayıt yapmadığı yönünde cevap geldi. Bu konuya ilişkin savcılığa ek inceleme talebinde bulunduk. O süreç devam ediyor" diye konuştu.

İstenmesi durumunda, Tahir Elçi cinayetinin kısa süre içinde çözülebileceğini ifade eden Özmen, bunun ancak soruşturmayı yürüten makamın, soruşturmayı aydınlatması noktasındaki ısrarı ve iradesi ile mümkün olabileceğini söyledi. Öte yandan, Diyarbakır Barosu, Elçi cinayetinde etkin bir soruşturma yürütülmediği gerekçesi ile Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunmaya hazırlanıyor.
 

Öne Çıkanlar