Ahmet Şık'ın 300 günü

1990'ların insan hakları kasapları artık yok. Ama o dönemlerde haberleriyle, fotoğraflarıyla, araştırmalarıyla gazeteciliğin yüz akı imzaları bütün birikimleriyle duruyorlar.

Türkiye'nin 28 Ekim 2017 tarihi itibarıyla bütün dünyadaki yeri tam anlamıyla bir "Gazeteciler Cehennemi" olduğu konusunda artık kuşku bulunmuyor.

Tabii ki bu cehennem sadece gazetecilerle sınırlı değil. Onlar bir "ilk hedef" olarak seçilmiş durumda...

1980'li yılların ikinci yarısında İstanbul'da çok ünlü bir çevik kuvvet şube müdürü vardı. Kısaca "Çevik Necmi" olarak bilinirdi. Toplumsal gösterilerin tümü onun sayesinde olaylı biterdi. Uyarı, ikna ve zor kullanma aşamalarını tek cümlede hallederdi. İlk talimatı ise şöyle verirdi:

-Önce gazetecilere!..

Bu komutun ucunda kırılan objektiflerle birlikte çok sayıda genç muhabirin parmakları, bilekleri ve kolları olurdu.

O yıllarda polis şiddetinden nasibini fazlasıyla alanlardan biri de Ahmet Şık idi.

Çevik Necmi'nin koruması ve şoförü bir gece Fenerbahçe'de bir işadamından 100 milyar lira haraç alacak ekibin içindeyken, onlara pusu kuran Başkomiser Ali Rıza Güzel'i vurup, kaçarken yakalandılar.

"Çevik Necmi" efsanesi bu olayla sona erdi!..

Ahmet Şık hiçbir zaman "Oh olsun" demedi, sadece Başkomiser Ali Rıza Güzel'in geride kalan ailesi için üzüldü.

O günler için hepimiz "zor günler" diyorduk.

Her sokak gösterisinde Ahmet Şık'ın yayında haber peşinde koşan Metin Göktepe, gözaltında katledildi. Fadime Ana o günden beri Ahmet'i "Metin'im" diye sever. Evinin duvarında

Metin ile birlikte Ahmet'in fotoğrafı asılıdır, yıllardan beri.

Gerçekten de zor günlerdi.

Özellikle Kürt gazeteciler için hayat, atış poligonu içinden geçiyordu. Bütün katledilen, kaybedilen Kürt gazeteciler Babıali'nin "normalleri" arasında yer alıyordu.

Sesini çıkartabilenler ise "Susma" diye haykırıyorlardı:

-Sustukça sıra sana gelecek!

Zor günlerdi..!

O zor günlerin zalimleri birer ikişer tarih sahnesinden çekilip gittiler. Bazıları öldü, bazıları ise nefes alıp veren ölüler olarak emekliliklerini yaşıyorlar. Yaptıklarıyla iftihar edemiyorlar.

Çocuklarına kötü miras bıraktılar. Torunlarına anlatacak iyi hikayeleri yok.

İnsanlıktan çıkmış haldeydiler. Öyle de kaldılar!

1990'ların insan hakları kasapları artık yok. Ama o dönemlerde haberleriyle, fotoğraflarıyla, araştırmalarıyla gazeteciliğin yüz akı imzaları bütün birikimleriyle duruyorlar.

Bunların başında da Ahmet Şık geliyor.

Ahmet'in gazetecilik coğrafyası çok geniştir ama tamamı insan hakları alanı içindedir. Mesela Ahmet Şık'ın "MAYIN" adlı çok değerli bir çalışması vardır. Mayına basarak ölümün kıyısından dönen çocukların, gençlerin fotoğraflarından oluşan başyapıttır!..

Her dönemde "hedef" haline gelmesinin temelinde onun sahici bir gazeteci olma özelliği vardır.

Ahmet Şık sadece sıcak gelişmeleri değil, onların perde arkasını da görüp, kitaplaştıran çalışkan, disiplinli, fikri takip ilkesini bırakmayan yanı sayesinde Ahmet Şık olmuştur.

Bu yüzden Ahmet Şık, sadece bir gazeteci değil başlı başına gazeteciliktir. Yaptıklarıyla, yazdıklarıyla ve YATTIKLARIYLA!..

Ahmet Şık Silivri'de ikinci 300 gününü de geride bıraktı. Birincisi Cemaat-AKP ortaklığı dönemindeydi. İkincisi cemaatsiz AKP döneminde...

Ahmet'ten daha fazla hapis yatanlar var. Ancak Ahmet Şık artık bir simge, basın özgürlüğünün simgesi.

Ahmet Şık hapisteyse, hiçbir gazeteci özgür değildir.

28 Ekim 2017 Cumartesi (bugün) Dışarıdaki Gazeteciler İnisiyatifi Ahmet Şık'ın 300 Günü için bir dayanışma yürüyüşü düzenlediler. Kadıköy Moda'da Mehmet Ayvalıtaş Meydanından (Moda İlkokulunun bulunduğu alan)12.00'de başlayacak yürüyüş aslında hapisteki tüm gazetecileri kapsıyor. Hatta dışarıdaki gazetecileri de...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi