'Türkiye'nin dikilecek yanı kalmadı'

'Türkiye'nin dikilecek yanı kalmadı'
Can güvenliği nedeniyle Belçika'ya yerleşen Barbaros Şansal 'Türkiye ya soyunuyor ya örtünüyor modaya ihtiyaç yok' diyor. Üç haftada bir imza vermeye giden Şansal, Artı Gerçek'e konuştu.

Meryem YILDIRIM


ARTI GERÇEK- Sosyal medya paylaşımları nedeniyle ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ iddiasıyla tutuklandıktan sonra şartlı tahliye edilen modacı Barbaros Şansal ile yaşadıklarını konuştuk.

Hakkında üç yıla kadar hapis istemiyle dava açılan Şansal mesleğini nasıl politize ettiğini, karşılaştığı zorlukları ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle Kıbrıs’tan sınır dışı edildikten sonra getirildiği Atatürk Havalimanı’nda uğradığı saldırıları ve tutuklama-tahliye ile geçen süreci Artı Gerçek’e anlattı.

Ocak ayında tutuklanan, Mart ayında şartlı tahliye edilen Şansal artık Belçika'da yaşıyor. Şansal, üç haftada bir Türkiye’ye giderek imza veriyor.

‘YOZLAŞMAYI VE ADALETSİZLİĞİ ELEŞTİRDİĞİM İÇİN BAŞIMA BUNLAR GELDİ’

- İfade özgürlüğü kapsamında olan görüşlerinizi dile getirdiğiniz ve eleştiri yaptığınız için Türkiye’de hedef gösterildiniz, lince uğradınız, ciddi baskılar gördünüz. Şimdi buradasınız. Planınız, projeleriniz nelerdir? Neler yapıyorsunuz?

Sadece burada değil her yerdeyim. Devlet korumasındayım. Türkiye Koruma Şube Müdürlüğü uluslararası baskı nedeniyle korumaya aldı, yaptıkları hatanın farkındalar. Maddi, manevi, fiziki ağır hasarlar verdiler. Hukukun üstünlüğüne olan inancımla mücadeleme devam ediyorum, üst mahkemeye verdim. 216’dan beraat ettim. Hapislik cezası olmayan, üst sınırı 3 yılla hazırlanan bir iddianameyle ben yasadışı bir operasyonla başka bir ülkeden alındım, gözaltındayken uluslararası havalimanında devletin üniformalı çalışanlarınca lince maruz kaldım, tutuklandım. Hücre ve tecrite 56 gün L tipine atıldım. Ahlaki yozlaşmayı, cürümü ve adaletsizliği eleştirdiğim için bunlar başıma geldi."

‘BUNLAR BENİM İÇİN BİR MADALYADIR’

Dolayısıyla bunlar benim ifade özgürlüğüme bir zımpara vurmaz, tam tersine bunlar benim için bir madalyadır, bir ciladır, daha çok ışıldar. Nitekim bu yaptıkları kumpas, halk üzerine bir korku duvarı inşa etmek üzerine yapıldığı için benim üzerimden referandum öncesi, Reina katliamının üstünün örtülmesi için…Fakat bu görüntüleri aprondan servis ederken, -orası çarşı pazar yeri değil, o görüntüleri ancak devlet servis edebilir-dünyaya yayılacağını düşünmediler."

‘MEMLEKET YA SOYUNUYOR YA ÖRTÜNÜYOR’

"Dünyaya yayılınca, dünyadan gelen tepkiler ve benim çalıştığım uluslararası düşünce ve ifade özgürlüğü kurumları, insan hakları kurumları, demokrasi vakıfları, hayvan, doğa, LGBTİ, Freedom House gibi kurumlar vs. gibi benim uluslararası entegrasyonumu bilmiyorlardı herhalde. Çünkü onlar genelde Saray’dan dışarı pek burunlarını çıkarmıyorlar. Dolayısıyla böyle bir kumpas yaptılar, meslek bıraktırdılar bana. Çünkü Türkiye’de artık dikiş dikmenin bir manası yok."



‘TÜRKİYE’DEN ATAMAZLAR BENİ’

"Memleket ya soyunuyor ya örtünüyor, bize ihtiyaç yok. Biz de kendimize yeni bir hayat kurma mücadelesi veriyoruz. Bu Almanya’da, Belçika’da, ABD’de olma meselesi değil. Tabii ki benim vatanım, kimliğim Türkiye Cumhuriyeti’dir. Ben laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti olan, ifade özgürlüğü, vücut bütünlüğünün korunması, temel yaşam hakları üzerine saygılı olan devletimi tüm haklarıyla tüm inançlarıyla, tüm etnik kökenleriyle kucaklayan kavuşturan bir yurttaşım. O davadan vazgeçmem. Yani beni atamazlar oradan, onu söyleyeyim yani."

‘KAFAMDA SARIK YOK’

- Yani biz muhalif Barbaros Şansal’ı görmeye devam edeceğiz?

"Tabii ki göreceksiniz. Benim meslek hanem belliydi, şimdi yeni mesleklerim oldu. "Makam Odası Linç" Silivri Cezaevi’nde yazdığım bir kitap. Baskı üstüne baskı yapıyor, şaşırtıyor bizi. Çok iyi tepkiler geliyor. Zaten oyuncuyum, zaten televizyoncuyum, zaten yazarım, zaten akademisyenim, kadın terzisiyim. Bir şapkam olmasa bir şapkam daha var yani. Kelim yok, o yüzden istediğim şapkayı takma özgürlüğüm var. Kepim yok kafamda sarık da yok."

‘EN BÜYÜK SORUN HADSİZLİK’

- Türkiye’nin en büyük sorunu ne sizce?

"Hadsizlik. Türkiye Cumhuriyeti’nin tek bir problemi var. Kimse haddini bilmiyor. Liyakat bilmiyor. "Ben yaptım oldu" kafası, "ben kolaydan köşeyi döneyim", "memurum işini bilir", "emri ben verdim"…Bunları hep yaşadık gördük. Gezi sürecinde de gördük, diğerlerinde de gördük. Bu jakoben ve nobran tutumun, bu bıçkın hoyrat tutumun, ülkenin imajına, vatandaşların kimliğine çok zarar verdiği inancındayım, sorun odur."

‘VATAN, İNSANIN UMUTLARININ YEŞERDİĞİ YERDİR’

"Herkes birbirini hoşgörüyle dinlemeye anlamaya çalışsa, devlet dili bu üsluptan vazgeçse ki vazgeçmesi gerekir, böyle bir dili kullanmaması gerekir, o zaman halkın da daha kardeşçe ve daha hoşgörülü yaşayacağına, kışkırtma üzerinden bir siyaset yerine, "açılım" değil de "katılım" deyip sarılmak gerekiyor. İsim bile yanlış, sonuçları görüyoruz. Açılmadan, uzaklaşmadan birbirimizi kucaklayarak, birbirimizi tanıyarak, dostluğu pekiştirmek, özgürlüğü yeşertmek lazım. İnsanın karnının doyduğu yer değildir vatan, umutlarının yeşerdiği topraklardır."

‘6 MAYIS’TA 3 FİDANIN ASILDIĞI GÜN PODYUMA İDAM URGANIYLA ÇIKTIM’

- Sizin ifadenizle "kadın terzisiniz". Ne oldu da bir anda Barbaros Şansal gibi önemli bir isim o camiadan bir anda siyasete atıldı?

"Hayır, bir anda değil. 1980’de DEV SOL’dan tutuklandım, 9 yıl sürgün yaşadım. Daha önceden benim siyasi faaliyetlerim hep vardı. Eğer Yıldırım Mayruk defilelerini hatırlarsanız, Cenin Kampı’na giden yiyecek kamyonları durdurulduğunda Filistin bayrağıyla ben podyuma çıktım. O ara Türkiye "Asena don giyecek mi giymeyecek mi" onu konuşuyordu. Ecevit iktidardaydı. 6 Mayıs’ta 3 fidanın asıldığı gün idam urganıyla podyuma çıktım.

Siyasal İslam iktidara geldiğinde kırmızı eldiven ve Erbakan işaretiyle ironi yaptım. Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarında kolumda kelepçeyle çıktım."

- ‘DEVLET BAŞKANLARI VE SOSYETENİN OLDUĞU DEFİLEDE POLİTİK MESAJ VERMEK BİR DİRENİŞTİR’

"Politize ettim mesleğimi. Çünkü sanat politik bir mesaj içermediği zaman, toplumları uyandırmadığı zaman bir işe yaramaz. Benim sanatım terzilik. Terziliğe bunu nasıl koyabilirdim?

Yüz bin dolarlık bir prodüksiyon, devlet başkanları, eşleri, büyükelçiler, sosyete, zenginler, ünlülerin olduğu bir defilede onu vermek, alanda pankartla gezmekten daha önemli bir direniş biçimi. Mühim olan Türkiye’de son 15 yılda sistematik olarak oturtulmaya çalışılan, başkalarının mutsuzluğu üzerine mutluluk, başkalarının başarısızlığı üzerine başarı, başkalarının fakirliği üzerine zenginlik, tam tersi alttakini görme biraz da yukarıdakini gör…Sen o fakire göre daha zenginsin ama o zengine göre daha fakirsin. Sen hedeflerini belirle. Hep başkalarının üstüne basarak yükselme toplumu aşağı çeker, yükseltmez.

Ben her zaman politiktim. Gerek 2006’da Habertürk’te yaptığım ‘Toplu İğne’ gerek 2008’de SkyTürk’te yaptığım ‘Çengelli İğne’."

‘FİDEL CASTRO’YA MARKA DENDİ, BENİM BURADA İŞİM YOK DEDİM’

"Show TV’deki "Bugün kime giydirsem" programını bırakma sebebim Ivana Sert. Çünkü bir yarışmacı kızcağız gelmişti, elinde küçük bir çanta var. Orada sakallı nöbetçi bir arkadaş var, "Saçını beğenmedim, seni beğenmedim" diye bağırıyor. Ivana Hanım zaten 3 kelimeyle Türkçe konuştuğu için ne dediğini anlamıyorsun. Kıza dönüp "O çanta olmadi, "O papuç olmadi" dedi, bana konuşacak bir şey kalmadı zaten. Kıza da acıdım, yazık. İnandırılmış. Türkiye’nin en şık kadını olmaz oradan. "Kızım" dedim, "o elindeki ne? Puro kutusu mu? İçinden Fidel Castro mu çıkacak?" dedim. Ivana stüdyoda döndü bana, "Marka söylemek yasak" dedi. "Benim bu stüdyoda işim yok" dedim…"

‘KALACAKLARI DEĞİL ÇIKACAKLARI HESAPLAMALI’

"Hayatınızda kimlerin ve nelerin kalacağını değil, kimlerin ve nelerin çıkacağını hesaplayın. Kalan yetiyor. Ben mesleğim, ailem, doğduğum büyüdüğüm ortamlar nedeniyle Türkiye’nin ve uluslar arası arenanın elit sayılan kesimleriyle çalıştım. Dünya isimlerinden aklınıza kimler geliyorsa…Ama benim uluslararası entegrasyonun benim yerel duygularımı kaybettirmedi."

‘KULLANILMAYAN OYUNCAKLARI TOPLAYIP OVACIK’A GÖNDERİYORUM’

"Özgürlük yerel başlar, bir tohumla başlar. Her Türkiye’ye döndüğümde denetimli serbestlik imzasına gidiyorum. Benim yaşadığım zengin bir bölge, bütün komşularımın çocukları büyümüş. Depolarındaki kullanılmamış oyuncakları ve kırtasiyeleri topluyorum. 40 kg hakkım olduğu için, don bile koymuyorum bavuluma, İstanbul’a taşıyorum, Dersim Ovacık Belediyesi’ne, çocuklara yolluyorum. İsterseniz yaparsınız. Paraya, pula, zekaya ihtiyaç yok. Siz gönlünüzün kapılarını açın. Açıkgözlü olmak o kadar iyi değil. Gönlünüzün gözü açık olsun. O zaman herkesle barışırsınız. Siz farklı bir ideolojiyi savunan başka bir ideolojiyle de dostluk edersiniz. Tabi ki farklılık ve çeşitlilik zenginliktir, berekettir."

‘MEMLEKETİN DİKİLECEK TARAFI KALMADI’

Bu süreçlerde meslektaşlarınızdan destek gördünüz mü?

"Fazıl Say arkadaşım, Nazım Hikmet Korosu’nun kostümünü ben yapmıştım. Fazıl güzel bir makale yayınladı. Ama benim mesleğimde Türkiye’de pek insan kalmadı, kadın terzisi kalmadı. Herkes ‘modacı’ oldu. Türkiye ya soyunuyor ya örtünüyor. Dolayısıyla modaya ihtiyaç yok artık. Zaten memleketin de dikilecek bir tarafı kalmadı."

‘ÜLKEMDEN KAÇMADIM, BU DURUM GEÇİCİ’

- Türkiye'ye dönmeyi düşünüyor musunuz?

"Dönüyorum her 3 haftada bir imza vermeye. Riskli. Orası benim ülkem. Ben oradan kaçmadım. Ben sadece can güvenliğim olmadığı için şu ara, bu yargılama süreçlerinden dolayı hedef gösterildiğim için, yurtdışında geçici bir ikametteyim. Ama her 3 haftada bir Atatürk Havalimanı’nda, linç edildiğim ve beni linç edenlerin hala görevde olduğu, İstanbul Valisi Vasip Şahin’in lince göz yuman polislere soruşturma izni vermediği havalimanında aynı ızdırabı, aynı zulmü yaşayarak ben ülkeme girip çıkıyorum.

Bana bunun hesabını verecekler. Bu adamlar orada çalışıyor hala. Yani Türkiye’ye seyahat ediyorsanız Atatürk Havalimanı’nda dikkatli olun. Her an başınıza her şey gelebilir. Çünkü cürümü kuranlar ve uygulayanlar yargılanmadılar."

‘ADALET VE VİCDAN NÖBETLERİ SİYASETİ BESLEMELİ’

CHP’nin Adalet Yürüyüşü oldu, HDP de Vicdan ve Adalet Nöbeti gerçekleştirdi. Siz bunu bir umut olarak görüyor musunuz? Neler düşünüyorsunuz?

"HDP’yi, hareketin en başından, yani BDP’den daha geriden alarak görmeniz lazım. Hasip Kaplan’ları, yani hareketi bilmeniz lazım. HDP ve CHP’nin deklarasyon ortaklığı son derece önemli bir gelişme halkların kardeşliği açısından. Ancak bunun ötekilere, faşizan olanlara, her zamanki taktiklerini bildiğimiz faşizanlara, insanları yaftalama, bölme ve kışkırtma fırsatını vermeden yapmak gerekir. MHP’nin turancısı ülkücüsü, AKP’nin neo-osmanlısı, CHP’nin laikçi teyzesi, HDP’nin örgütçüsü…Radikaller üzerinden siyaseti şekillendirdiğiniz zaman içeriğini boşaltıyorsunuz. Ben HDP, CHP, MHP, AKP, Vatan oldu şimdi eski İşçi Partisi, TKP…Ne varsa, hepsinin bir konsorsiyuma gelmesi ve Adalet ve Vicdan Nöbetleri’ni sadece siyasi olarak değil, cinsel, çevresel, insan hakları, yaşam hakkını kapsayan bir aşureyle beslemesi lazım siyaseti. Yoksa Ankara’dan İstanbul’a yürüdünüz…Aylin Kotil’de İstanbul’dan Ankara’ya yürümüştü. Ya da toplandınız Yoğurtçu Parkı’nda nöbet tutuyorsunuz. Gezi Parkı’nda biz bunun provalarını yaptık. Biliyorsunuz ilk giren 5 kişiden biriyim ben."

‘ALGI YÖNETİMİYLE YARGISIZ İNFAZ YAPILIP TOPLUM RADİKALLEŞTİRİLİYOR’

"Bunu sadece medyada ve belli meydanlarda yapmak yerine, eylemleri toplum huzuruna ve düzenine zarar vermeyecek, anarşik bir yapılanmada-anarşizm çok yaratıcıdır-düşünmeye itmeniz lazım. Çünkü Türkiye’de afyonlanmış bir nüfus kütlesi olduğu için, resim altı bile okumuyor. Resme bakıp haberi kendine göre yorumlayıp çıkarıyor.

İki sene önceki bir röportajın başlığıyla bitirdiğim Reina katliamından bir buçuk saat önce yayınladığım,-Reina katliamı sonrası yayınladı diye reklamı yapılan-videodaki başlık bir temenniydi, hakaret değildir.

İki sene önce o başlık Sinan Dirlik ve Ulvi Yaman ile reportere.com’a yaptığım röportajın başlığıdır. 16 sayfa, 2 sene geçmiştir, hiçbir şikayet olmamıştır. Röportajın sonunda, röportajı yapan arkadaş bana "Bu durumda ülke şeyinde boğulabilir mi?" sorusunu soruyor, ben de ona cevap olarak "benim için mahsuru yok" dedim. Bu alındı nereye götürüldü. Bu algı yönetimiyle, insanları yaftalayarak, suç uydurup suçu yaftalayıp, yargısız infaz yapıp yargılayarak toplumu radikalleştirirsiniz. Türkiye Cumhuriyeti’nin dinginliğe ihtiyacı var, sağduyuya ihtiyacı var, dostluğa, kardeşliğe ihtiyacı var. Bunu başarmanın tek yolu liyakat ve hadsizliği engellemek."

‘BU MUDUR 80 MİLYONLUK ÜLKE?’

"Herkes uzman. Bakıyorsunuz Türkiye’de en çok ne uzmanları var en çok kazanan. Sahte diyetisyen, sahte yaşam koçu, her yeri silikonlu sahte şarkıcı, sahte futbolcu, sahte yarışmacı, sahte jüri üyesi…Bu mudur 80 milyonluk ülke?

Bu ülkenin bir tane kete açan yörük kadını yok mudur Toros’un yaylalarında? Bir tane bakır kalaylayan ciğerciler çarşısında Diyarbakır’da esnafı kalmamış mıdır? Tamam ben Çırağan Sarayı’nda düğünde yaşıyorum, Boğaz’da villada oturuyorum, görüyorsunuz benim maddi standartlarımı. Ama mühim olan sol tandanslı olup, devrimci olup, sosyalist olup, fakir, kirli, pis ve parkalı bir kıyafete girmek değil, herkesin imreneceği bir görüntü içerisinde olmaktır. Faşizm, hep emperyalizmle işbirliği yapıp ticari mallarıyla sizi ele geçirdi bunca yıldır. Toplumun buna uyanması lazım. Politik moda…(gülüyor)"

‘DÜŞMANIN DİLİNDE SAVAŞ’

Son bir söz rica etsek sizden?

"Benim meşhur sözüm; düşündüğünüz dilde sevişin, düşmanınızın dilinde savaşın. Eğer diyalog ve empati yoksa, siz düşmanınızın istihbaratını onun dilinde alamıyorsanız, onu çözemiyorsanız ona karşı savaş kazanmanız mümkün değildir. Onlarla onların üslubuyla savaşın. Vur-kaçla değil, "Eyy Almanya, ey Hollanda" değil. O "eyy"lerin sonu hep "Ay, ay, ay.." oluyor. Bilinçli, dik durup, alnın ak hayatına devam et, ne yaparsan yap ama düşündüğün dilde seviş, düşmanın dilinde savaş."

Öne Çıkanlar