Çanlar kimin için çalıyor?

Ülkemizde bilim için, sanat, tarih, kentleşme, ekosistem, eğitim, sağlık, ekonomi için epeydir tehlike çanları çalıyordu fakat artık tehlike çanları ‘adalet’ öldüğü için çalıyor.

Bu etkileyici, merak uyandıran başlık, kimimize Pulitzer (1953) ve Nobel Edebiyat Ödülü (1954) almış Ernest Hemingway'in (d:1899, ö:1961) İspanya iç savaşı üzerine yazdığı şöhretli romanını hatırlatacak kimimize de geçmişi çok eskilere dayanan ve İngiltere’de yaşanmış eskimez bir hikâyeyi anımsatacaktır. 

Yüzyıllar önce bir gün İngiliz mahkemesi yasalara tümüyle aykırı bir karar veriyor…

O gün kilisenin çanları tarihte görülmemiş bir biçimde tam dört kez üst üste çalıyor. Böyle bir uygulamaya o güne kadar hiç tanık olmamış şehir halkı merak içinde sebebini birbirine sorunca zana (bilge) rahip ahaliyi meraktan kurtaracak tarihi cevabı veriyor;

- Sıradan bir vatandaş ölünce bir kez, soylu birisi ölünce iki kez nihayet kral bile ölünce üç kez çalınan çanlar bugün dört kez çalınmıştır. Çünkü; hak arama sığınağı olan mahkeme bugün verdiği haksız bir kararla ülkemizde adaleti öldürdü. Çanları o yüzden, adalet öldü diye dört kez çalmak zorunda kaldık. Adaletin ölmesi kadar daha vahim bir şey olamaz. Kral ölünce yerini dolduracak olanı bulursunuz. Ama adalet öldü mü yerini başka hiçbir şeyle dolduramazsınız!..

Ülkemizde bilim için, sanat, tarih, kentleşme, ekosistem, eğitim, sağlık, ekonomi için epeydir tehlike çanları çalıyordu fakat artık tehlike çanları, mutluluk ve huzur erdemi olan ‘adalet’ öldüğü için çalıyor. Aslında yakın bir geçmişte; dîrokî (tarihi) Dört Ayaklı Cami’nin yanı başında Tahir Elçi vurulduğunda bu hukuk çanları çalmış, Silopi’de Taybet Ana’nın günlerce sokakta kalan cenazesinde de ve Cizre’de cesedi günlerce evin buzdolabında bekletilen 13 yaşındaki Cemile için de bu insanlık çanları çalmıştı.

Yine Berkin Elvanlar, Ceylan Önkol’lar, Gökhan Açıkkollu’lar, artık kendilerine verilen rekor cezalarla anılır olan içlerinde Altan Kardeşler’in de olduğu tutuklu gazeteciler ve şu an cezaevinde tutulan 705 bebek gibi hukuklarını savunamadığımız daha nice siyasetçi, öğrenci, öğretmen, akademisyen vb. mazlum vatandaş, çanların çoktan ‘ölen adalet’ için çaldığına hepten tanıklık yaptılar. Fakat biz değişik sebeplerle bu sesi hiç duymak istemedik. Adaleti harcayan, adalete ihanet eden milletlerin sonlarının hiç de iyi olmayacağının farkına ve şuuruna varmak istemedik. İşte en son yine muhafazakâr bir iktidarın sorumluluğunda kayıp giden hayatlara eklenen 34 yaşındaki "başörtülü" genç bir öğretmenin trajik ölümüne varan tutukluluk hikâyesi! Ağabeyi anlatıyor:
Bu fotoğrafa Ayşe Öğretmen ile Perihan Pulat’ın son yaşadıklarını da eklediğimizde ülkenin tam olarak nasıl bir mağdurlar kampına dönüşmüş olduğunu resmetmiş olacağız.

Görüldüğü gibi ülke tam olarak bir mağdurlar kampına dönüşmüş vaziyette! Sadece Kürdler, Aleviler değil artık sağcısı, solcusu, liberali, demokratı, başörtülüsü, dindarı, çevrecisi, akademisyeni, doktoru, sanatçısı, KHK’lısından tutun Bylock ve Çiftlikbank mağdurlarına kadar bir yığın mazlum var. Her birinin romanlara, sinema filmlerine konu olabilecek ciddi bir öyküsü var. Hal-i hazır siyaset ise umut va’d etmekten uzak!

Toplumun sorunlarına değinmeyen, çözüm olamayan bir siyaset zamanla önemini ve değerini kaybeder. Halk, derdine deva görmediği ve belli bir süre sonra sorun olmaya başlayan böyle bir siyasetten ve siyasal aktörlerinden soğur ve hızla bir değerler kopuşu, siyasal nihilizm diyebileceğimiz bir süreci yaşamaya başlar. Tıpkı şu an Türkiye toplumunun solmaya başladığı bunaltıcı atmosfer gibi. 50 gün gibi kısa bir süre var ve OHAL koşullarında yapılacak şaibeli bir seçimden kimselerin ciddi bir beklentisi olmadığı için bu baskın seçim insanların ilgi odağı olamıyor. Eski seçimlerden kalma ne tad var ne de heyecan! Bunun en önemli ve belirgin nedeni Türkiye’de siyasal erkin yargı, medya, üniversiteler ve diyanet gibi saygın kurumlara büyük itibar kaybı yaşatarak en büyük erdem olan ‘adaleti’ çökertmesidir. Adalet çöktü mü devleti ister şeriatçı yönetsin ister kemalist, ister demokrat yönetsin ister sosyalist, ülke iki sınıftan ibaret kalır; zalim ve mazlum!

Evet, ülkede uzun bir süredir çanlar ölen adalet için çalıyor ve ‘adalet’ öyle iksirli bir kavram ki onun yokluğu herkesi(mi)n dahası sanat, edebiyat, ticaret, yargı, eğitim, siyaset gibi her şeyin tadını kaçırıyor. Adaletsiz bir yerde yiyeceğiniz en güzel çikolatanın veya baklavanın bile tadını tam alamazsınız.

Bakalım bu hızlı çöküşlerle epeyce sarsılan ve duymazlıktan geldiği çan sesleriyle epeyce şaşıran insanımız, heyecansız girdiği 24 Haziran seçimlerinde bu tatsız duruma "Dur!"diyebilecek mi? En önemlisi adaletten özür dileyebilecek mi?

Yoksa camilerden çoktan ölen ‘adaletin’ uzunca diyebileceğimiz acıklı ve hazin salasını mı işiteceğiz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi