Rusya’nın kucağında anti-emperyalizm!

Türkiye’nin Rusya’nın taşeronu olarak İdlib’e girmesini destekleyenler Erdoğan’ın Suriye politikasından 360 derece dönüp Rusya’ya biat etmesine şimdi  “anti-emperyalist” yaklaşım diyorlar.

Dışarıda yalnızlaştıkça içerde dostları artıyor Erdoğan’ın. 

Meclis’te sınır ötesi operasyon tezkeresine "evet" diyen CHP zaten desteğini açık etmişti. Ulusalcılar, İslamcılar, milliyetçiler, Putinciler (…), hani neredeyse Kürtleri ve çoğu HDP seçmeni savaş karşıtı demokratik kamuoyunu çıkarın bütün Türkiye aynı nakaratı söylüyor.

Efendim, "Türkiye ABD’ye ve NATO’ya rağmen" Suriye’ye girmiş. Bu bir anti-emperyalist hareketmiş. Ülkenin milli çıkarları söz konusu ise içerdeki meseleler ayrıntı imiş. Şimdi onları bir tarafa bırakmanın zamanıymış. Bir araya gelip Erdoğan’ı desteklemek gerekirmiş.

Türkiye, emperyalizmin Suriye ve Ortadoğu’daki oyununu bozacakmış böylece de Suriye’ye barış getirecekmiş!

Türk ordusu bu amaçla yeniden Suriye’ye girmiş.

Zaman, kahraman Türk ordusunu destekleme zamanıymış.

Gerçi CHP’nin genel başkanından geç kalmış cılız itiraz sesleri geliyor, "Bu Esad’ı meşrulaştıran bir operasyon" diye ama eski Musul Konsolosu olan yardımcısı ona ayar verir yakında. 

Savaş, gerekçesi ne olursa olsun sonuna kadar karşı çıkılması ve mümkünse asla başvurulmaması gereken, insana karşı bir eylem. İşin bu boyutunu bir anlık bir yana bırakıp bu milliyetçi cephenin tarafından meseleye bakalım.

Bu cepheden bir kişi çıkıp sormayacak mı, "Türkiye, Suriye’ye nasıl ve kimin desteğiyle girdi?" diye. 

Türkiye, yıllar yılı ılımlı İslamcılar diye dünyanın gözünü boyamaya çalıştığı ve vergilerimizle bol keseden beslediği, adına da Özgür Suriye Ordusu dediği üç beş maaşa bağlanmış çetecinin gücüyle mi girdi Suriye’ye? İstenmediği, düşman ilan edildiği, 5 yıldır süren ölümlerin, yaralanmaların insanların yersiz yurtsuz kalmasına yol açan iç savaşın sorumlusu olarak görüldüğü bir ülkeye yani?..

Cevabı aramayı bırakın bu soru bile dile gelmiyor. Çünkü görmezden gelinmeye çalışılan şey gün gibi ortada.

RUSYA İZİN VERMESEYDİ?

Rusya izin vermeseydi Türkiye, ne Cerablus-Bab operasyonuna ne de önceki gün başlayan İdlib harekâtına girişebilirdi.

Bu harekâtın sınırları ve kapsamı Rusya tarafından çizildi, kuralları ve amaçları da yine onlar tarafından belirlendi. İdlib’in içiyle ilgilenme işi Türkiye’nin. Rusya ise İdlib’in dışında görev yapacak.

İdlib’in içinde kimilerine göre, 20 bin El-Kaide’li cihatçı militan var.

Rusya’nın Türkiye’den beklentisi şu: Doğu Halep’te yaptığı gibi besleyip, desteklediği, hatta bir kısmını yönettiği El Kaide militanlarını savaşmadan İdlib’den çıkmaya ikna edebilirse ne ala. Edemezse de onları zor kullanarak, yani savaşarak oradan çıkartmaya çalışacak. 

Üstelik bu harekatta kendi savaş uçaklarından destek alması da yasak. Rusya’nın Türkiye’ye güveni de bu kadar yani.

Şimdilerde akademisyen olan bir eski özel harekatçı geçtiğimiz günlerde, "Bu operasyonda Türkiye’nin savaş uçağı uçurup uçuramadığına bakmak lazım. Uçuramıyorsa bu bir taşeronluk hizmetidir" mealinde bir tweet atmıştı.

Türkiye kimin taşeronluğunu yapıyor İdlib’de derseniz de yanıt açık; tabii ki Rusya’nın.

Rus savaş uçağının düşürülmesinden sonra dilenen özür, sonunda Türkiye’yi Rusya’ya biat, oradan da taşeronluk noktasına kadar getirdi. İşte Türkiye’nin "milliyetçi- sağcıları" ve "ulusalcı-solcuları" tarafından anti-emperyalizm diye satılmaya çalışılan tam da bu… Rusya ya da Putin taşeronluğu.

Onlara kalsa, Türkiye’nin Rusya’yı, Putin’i kullandığını söyleyebilir, ya da

Putin’le birlikte emperyalizme nasıl savaş açtıklarını anlatabilirler. İnandıracak birilerini de bulurlar mı dersiniz?

Öyle ya, NATO’ya, ABD’ye ve Avrupa’ya en büyük karşıtlık Putin’den gelmiyor mu?

Şimdi burada yıllardır bu grupların gevelediği, "Amerika gitsin Rusya mı gelsin?" meselesine girmek istemiyorum.

70’li, 80’li yıllarda ABD emperyalizmine karşı çıkan solculara, "Amerika gitsin Rusya mı gelsin?" diye saldıran dönemin Maocuları ve o zamandan bu yana bin bir kılığa giren kaşalot şefleri ve bazı kalıntıları şimdi de Putinci oluverdiler. Artık Rusya gitsin değil, açıkça Rusya gelsin istiyorlar. Rusya ve Putin’in bile ıskartaya çıkardığı bazı Avrasyacılar şimdi bunların has adamları.

Ve çıkmış anti-emperyalizmden söz ediyorlar.

Türkiye’de Putincilik, aslında çoğumuzun hatırladığı gibi yeni bir akım değil.  90’lı yılların sonlarında önce ordu içinde bazı generaller tarafından dile getirilmişti. Putinciler, ordu içindekiler kısmen tasfiye edilmiş de olsalar da zamanla ulusalcılarla, milliyetçilerle ve CHP’nin devletçi, ulusalcı kadrolarıyla aynı çizgide yer aldılar.

Sonunda iktidardan düşme korkusu yaşayan Erdoğan ve AKP de aslında devletin benimsediği bu ulusalcı-Putinci-milliyetçi çizgiye geldi.

AKP-PUTİNCİLER-ULUSALCILAR

Bunun bir tek nedeni var o da Kürt paradigması.

Bakıyorsunuz, bütün bu yan yana durmaz dediğiniz kesimler, Kürt fobisi ile bir araya geliveriyor.

Bunu itiraf etmek işlerine gelmeyince de Erdoğan’ın Rusya-İran mihverine dönüşünü de süsleyip "anti-emperyalist uyanış" diye satmaya kalkıyorlar.  

Sanki Erdoğan’ın dönecek başka bir yeri kalmış da dönmemiş gibi.

Bir de buna ülkenin "beka sorunu" diyorlar. "Bu da nedir diye" sorarsanız o da bu kesimlerin dilinde Kürt fobisinin diğer adı.

Bu "beka" takıntılılardan birisi dün, "Söz konusu memleketin bekası, güvenliği ve geleceği ise içerdeki her şey teferruattır" diye yazmış kendi gazetesinde.

İç çekişmeleri bırakacakmışız!

Dün içimiz kan ağlayarak bir kez daha andığımız iki yıl önce devletin desteklediği, kolladığı ve yönlendirdiği İŞİD’li militanların patlattığı bombalarla Ankara’da katledilen pırıl pırıl 102 evladımızı, kardeşimizi, canımızı mesela bir kenara mı koyacağız?

Biz bıraksak, hiç büyümeyecek çocuklarımızdan 9 yaşındaki Veysel’in gülen gözleri bırakmaz yakamızı.

Türkiye’nin Rusya’nın taşeronu olarak İdlib’e girmesini destekleyenler

Erdoğan’ın duvara toslayan Suriye politikasından 360 derece dönüp Rusya’ya biat etmesine şimdi çıkmış "anti-emperyalist" yaklaşım diyorlar.

Bu savaşın, Erdoğan’ın koltuğunu korumak amacıyla başvurduğu son çare olduğunu fark etmediklerini mi düşünmemizi istiyorlar. Üstelik herkesi de Erdoğan’ın iktidarını korumak için açtığı bu savaşı desteklemeye çağırmaktan da geri durmuyorlar.

"Erdoğan, Suriye’ye barış getirecek" diye de ekliyorlar. Bülent Ecevit’in adına "barış harekatı" dediği ve Kıbrıs’ı bölerek sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getiren çıkarmayı da örnek gösteriyorlar.

Uygulanmaya başlanan anti-emperyalist politikaymış! Bağımsız Türkiye adımlarıymış!

Geçin bunları. İşin esasına gelelim.

MESELENİN ASLI KÜRTLER

Türkiye, bir yıl önce Rusya’nın izniyle Cerablus’u ve Bab’ı neden işgal etti?

Laf-ı güzaf sayılacak öyle çok açıklama yapıldı ki.. Aslında o zaman da amaç, Kürtlerin Kuzey Suriye’deki kantonlarının birleşmesinin önüne geçmek, kantonlar arasında bir koridor açılmasını engellemekti. Bunu Erdoğan, çeşitli kereler böbürlenerek söyledi.

Peki Türkiye’nin şimdi İdlib’de ne işi var?

AKP, anti- emperyalist bir politika uyguladığını, Batı’ya ve ABD’ye kafa tuttuğunu göstermek için mi Suriye’de sizce de?

Buna gerçekten kim inanır?  İlk gerekçeyi söyledik. Erdoğan’ın artık savaştan başka seçeneği kalmadı.

Ama esas derdi yine Kürtler: Bu sefer de İdlib’e giriyoruz derken, İdlib’in hemen kuzeyindeki Efrin’i kuşatıp şimdilik baskı altına almak, sonra da fırsatını bulabilirse işgal etmek. Bu harekatın gerçek amacını bizzat Erdoğan "Kobanê’deki hataya düşmeyeceğiz" diyerek açıkladı. Amaç orayı istila edip Kürtlerin direncini kırmak. Kürtlerin hakim olduğu bölgeleri cihatçılara teslim etme projesi imkansız hale gelince şimdi de Esad’a sarıldılar. Rusya, muhtemelen İdlib’i El Kaide’den Türkiye eli ile temizletip Esad’a teslim etmeyi planlıyor. Yani İdlib’e girerek Erdoğan, Esad’la yeniden el sıkışmış oldu. Dünkü açıklamalarına bakılırsa, bunu ana muhalefetin lideri bile sonunda anlamış. İdlib operasyonunu bu haliyle eleştiriyor ama yine de destekliyormuş.

"Kürtler sınırlarımızın ötesinde kendilerini yönetecek yapılar kuramaz, kendi sorunlarını çözmek için örgütlenemezlermiş! Bu milli bekamız için tehditmiş!"

Kendisine solcu diyen bazıları da aynı kafada. Devletçilik, Kemalizm genlerine işlemiş. Irak’ta, Suriye’de Kürtlerin kendi gelecekleriyle ilgili aldıkları ve alacakları bazı kararları emperyalizmin oyunu olarak görmek istiyorlar.

Şimdi kalkmışlar amaçları ayan beyan belli olan bu operasyonu, "Erdoğan anti emperyalist politika uyguluyor, onu mutlaka desteklemeliyiz" diye pazarlıyorlar.

Erdoğan’ın ne anti-emperyalizmle ne de başka bir değerle işi var. O sadece koltuğunu, iktidarını koruma ve kollamayı düşünüyor.

Bunun yolu şimdilik Rusya’ya biat etmekten geçiyor, çünkü zaten hiçbir politikasına destek bulamayan Erdoğan, özellikle de vize krizi ile birlikte iyice yalnızlaştı. Eğer, İdlib bahanesiyle Kürtlerin önünü kesemezse, devlet ve devlete bağımlı kesimler Erdoğan’a desteğini keser. Yani Erdoğan gider...

Uzak bir ihtimal ama diyelim ki başarılı oldu; Bu başarının maddi ve manevi maliyeti çok yüksek olur. O maliyetin altından kalkamaz ve yine gider.

Çünkü savaşın kazananı olmaz. Savaşa giren bedelini öder. 

Bir yol daha var tabii…

Bu sahte anti-emperyalistler bunu asla dile getirmezler. Dertleri anti-emperyalizm, NATO, Batı, uluslararası tekeller falan değildir.

Her zaman söylüyoruz.

O yol, Kürtlerle anlaşmak ve bütün bu oyunları bozmaktır.

Bu olur mu?

Valla, bir gün nasılsa olacak. Çünkü Türkiye’nin başka çaresi yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi