'Süreç boyutlanırsa Rus - Amerikan savaşı çıkar'

'Süreç boyutlanırsa Rus - Amerikan savaşı çıkar'
Suriye savaşında IŞİD sonrası planlar yapıldığını söyleyen İslam Özkan, 3 aşamalı olarak değerlendirdiği süreci "Körfez, Türkiye - İran ve Rus - Amerikan savaşı" şeklinde özetliyor.

Sadık TOPALOĞLU & Mehmet Şah ORUÇ


Katar’a yönelik diplomatik ve ekonomik ambargoyla başlayan Körfez krizini değerlendiren İslam Özkan, sona gelen Suriye savaşında IŞİD sonrası planlar yapıldığını söyledi. Planı üç aşamalı tarif eden Özkan, "Birinci aşama Körfez, ikinci aşama Türkiye ve İran, üçüncü aşama olarak da süreç boyutlanırsa Rus-Amerikan savaşı çıkar" diye özetledi.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Suudi Arabistan ziyareti sonrası Körfez’de beklenmedik hızla diplomatik kriz alevlendi. Başını Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır’ın çektiği bloğun "teröre destek vermek" ile suçladıkları Katar’a karşı diplomatik, ekonomik yaptırımların yanı sıra birçok şirket ve isim de "terör listesi"ne alındı. Dihaber, Körfez’i ve Arap dünyasını yakından takip eden gazeteci-yazar İslam Özkan ile Katar krizini, olası sonuçlarını, Türkiye, İran ve Filistin’e yansımalarını, Hamas ve Müslüman Kardeşler’in geleceğini, bölgesel güçlerin Kürtlerle ilişkilerini konuştu.

* Arap Baharı'ndan başlayalım. "ABD'nin İslam dünyasında veya bölgede tıkanma noktasına gelmiş politikalarına nefes aldırdı" şeklinde değerlendirmeniz var. Gelinen aşama itibariyle bu konuyu değerlendir misiniz?

Arap Baharı'nın çıkış noktasını ya da çıkış dinamiklerini eleştirmiyorum. Zaten tıkanmış olan diktatöryal rejimlere yönelik gecikmiş denilebilecek başkaldırı hareketleriydi. Ancak, bu hareketleri daha sonraki süreçlerde manipüle ediliyor olması, özellikle kitlesel hareketlerden silahlı mücadeleye dönüş evresine geçmiş olması en büyük olumsuzluklardan bir tanesidir. İlk baştaki barışçıl saiklerini devam ettiriyor olabilseydi Arap Baharı, hedeflerine ulaşma ihtimali daha yüksekti. Fakat, daha mezhepçi, şiddet yanlısı bir yöne savruldu ve Arap ülkelerinin merkezi otoriterlerinin güvenliğini sarsan bizzat Arap dünyası için bir tehdide dönüştü.

* Körfez’e yeniden bir müdahale söz konusu. Bunun bir "kurgu" olduğu yönünde imalarınız var. Bu bir kurgu ise, ne tasarlanıyor? IŞİD sonrası bir planlama olarak mı görüyorsunuz?

IŞİD sonrası bir planlama olduğunu düşünüyorum. Bir planlama var. Bu yeni girdiğimiz dönemin, birazda Trump'un yeni Ortadoğu dediği ya da Suudi yetkililerinin Kral Selman'ın yeni Ortadoğu dediği sürece denk geliyor. Bu yeni Ortadoğu süreci IŞİD sonrası süreçtir. Özellikle Suriye'de silahlı mücadelenin sonuna gelindiği süreçtir. Suriye bundan sonraki süreçte müzakerelerin belirleyeceği bir döneme giriyor. Irak için de aynı şey geçerlidir. Musul'da bir iki mahalle kaldı. Bundan sonraki süreçte bildiğimiz manada bir IŞİD olmayacak. Ya başka bir örgüte evrilecek ya da parçalanarak çok etkisizleşecek. Lokal terör saldırıları dışında çok fazla bir etkisi olmayacak. Dolayısıyla bu dönemin bitmesi demek yeni bir dönem başlangıcı anlamına geliyor. Bu yeni dönem başlangıcında herkes kendi safını belirlemek ve pozisyonunu almak istiyor. Yerel güçler, özellikle Suriye ve Irak'ta, kendi bağımsız politikalarını ortaya koymak istiyorlar.

* Küresel güçler açısından…

Küresel güçler bu yeni süreçte herkesten önce davranıp özellikle Suudi Arabistan önderliğinde yeni dönemi şekillendirmeye çalışıyor. Katar krizi de tamamen bunla alakalıdır. Artık yeni süreçte hiçbir şekilde küresel politikalara, mevcut egemen yapıya, otoriter yapılara itiraz edilen bir yapı, grup ve siyasi parti, ülke ve devlet istemiyorlar. Bu mevcut planda Katar krizi diyebileceğimiz süreç, yeni Ortadoğu sürecinin ilk aşamasıdır.

Katar'a boyun eğdirilirse hizaya getirilebilinirse ki Katar'ın aslında çok radikal küresel düzene ya da Ortadoğu'daki yeni düzene karşı çıkışı olduğunu söyleyemeyiz. Buradaki direniş hareketlerinin tasfiye edilmesi planlanıyor. Bunların başında Filistin'de bulunan direniş hareketleri geliyor. Aslında bütünüyle bölgede İsrail ile barışık olmayan hareketlere yer verilmek istenmiyor. Bunu açıkça söylediler zaten. Örneğin, Ortadoğu Araştırmaları Başkanı Abdulhamid El Hakim, Adil Cübeyir onun dışında BAE Dışişleri'nden sorumlu Enver Karkaş dediler ki, 'Yeni düzende, yeni Ortadoğu'da teröre, şiddete, silahlı mücadeleye yer yok'. Yani bunun tercümesi direniş gruplarına yer yok anlamında. Dolayısıyla Hamas, İslami Cihad ve Lübnan Hizbullah'ı olmak üzere bu hareketlerin tasfiye edilmesi isteniyor. Ve öncelikli olarak bu hareketlere gelmeden önce direniş hareketlerine destek veren, finansal destek sağlayan, sponsorluk yapan devletler hizaya getirilmeye çalışıyor. Filistin direnişine destek verme anlamında Katar'ın oynadığı iki önemli stratejik rol var. Birincisi finansal katkı, ikincisi ise medya katkısı.

* Filistin’e nasıl yansıyacak?

Medyanın etkisi kırılarak yeni süreçte farklı politikalar ve stratejiler planlanıyor. Daha somut yaklaşmak gerekirse, mesela Muhammet Dahlan üzerinden işbirliği içerisinde işin içine Suudi Arabistan, BAE ve Mısır'ın birlikte planladığı bir askeri operasyonla Gazze'ye karadan girerek Hamas yönetimini alaşağı etmesi ve yerine Muhammet Dahlan ve Fetih yönetimi işbaşına getirilmesi planlanıyor. Bu birinci aşama. İkinci aşama daha uzun vadeli bir plan. Muhammet Abbas'ın Filistin'den de tamamen tasfiye edilerek, yerine Muhammet Dahlan ya da ona yakın bir ismin yani BAE veya Suudi çizgisinde faaliyet gösteren bir kişinin iş başına getirilmesi planlanıyor. Böylece Filistin'deki bütün direniş grupları tasfiye edilecek. Tabi bu çok tehlikeli ve riskli bir hareket. Mısır ordusu, öyle gerilla savaşlarına karşı çok tecrübeli bir ordu değil. En son Sima yarımadasında bir kaç yıldır devam eden IŞİD'in Mısır kolu ile yaptığı savaşta her gün onlarca kayıp veriyor. Mısır Ordusu'nun Gazze'ye girmesi demek aslında, iki taraf açısından büyük bir facia olur. Tabii ki, Hamas ve diğer Filistin direniş grupları da büyük kayıplar verecektir. Ama, Mısır Ordusu'nun da kaybı az olmayacaktır. İsrail de böyle bir operasyona havadan destek verme ihtimali var.

* Katar'a askeri bir müdahale veya darbe bekliyor musunuz?

Darbe ihtimali düşük. Bundan iki yıl önce de darbe yapıldı. Baba Hamat Alsani yerine oğul geldi. Ama bu darbe olarak lanse edildi. Baba oğul arasında ciddi bir politik farklılık görmüyoruz. Ciddi bir stratejik farklılık yok. Müslüman Kardeşler'e destek o zaman da vardı şimdi de var. Hamas'a yönelik finansal destek o zamanda vardı şimdi de var. Bunun dışında ayrıca Türkiye ve İran'ın Katar'a desteği olacaktır. Bundan sonraki süreçte İran ve Türkiye'nin Katar yanında yer alması kesinlik arz eden bir durum. İran hava sahasını açtı. Ve gerekirse hem askeri hem de diğer konularda katkı sağlayabileceği söylendi. Türkiye de aynı şekilde. Türkiye'nin 5 bin asker gönderme durumu var. Katar'da daha önce bir kriz yaşanmıştı ama bu yaşanan kriz o dönemki krize kesinlikle benzemiyor. O dönemdeki kriz baba Alsani ile Suudi Kralı'yla kişisel bir ihtilafa dayanıyor gibi gözüküyordu. Çok sınırlı ve limitleri belirlenmiş bir krizdi. Şu anki kriz çok daha farklı. Ne iki ülke kralı arasındaki şahsi bir sorun ne strateji ve politika sorunu... Tamamen bölgesel hatta küresel boyutları olan bir sorun. Dolayısıyla bu kriz diğerlerinden daha farklı özellikte olduğunu düşünüyorum. Şu an için darbe ihtimalini öngörmüyorum. Ortaya konulan politikalar işe yaramaz ise son çare olarak askeri müdahaleye başvuracaklardır.

* Krizin nedenlerinden biri "terörü desteklemek" olarak gösteriliyor. Özellikle de Katar ve Müslüman Kardeşler ilişkisi sıklıkla vurgulanıyor. Müslüman Kardeşler'in geleceğine ilişkin ne düşünüyorsunuz?

Müslüman Kardeşler'in konumu krizin bir parçası. Tek başına Müslüman Kardeşler olduğunu söyleyemeyiz. Bence merkezinde Filistin direnişi yer alıyor. Müslüman Kardeşler de Filistin direnişini desteklediği için ve Hamas, Müslüman Kardeşler'in bir uzantısı olduğu için hedef tahtasında. Katar iki örgütü de desteklediği için hedef tahtasında.

* Irak müdahalesinden sonra Körfez’deki gelişmenin faturası kime veya kesimlere çıkacağını bekliyorsunuz?

Mevcut krizin Rus-Amerikan çatışmasına, çekişmesine ve mücadelesine kadar uzanan boyutlarının olduğunu düşünüyorum. Birinci aşama dar, bölgesel yani Körfez aşaması, buradaki bir çatışma Körfez düzeyinde etkili olacak. İkinci aşama, Türkiye ve İran'ın kapsama alanına gireceği aşama. Eğer bu kriz böyle devam ederse Türkiye ve İran'da bu krizin bir parçası haline gelecektir. Boyutlanırsa son tahlilde bir Amerikan-Rus çatışmasına dönüşme ihtimali var.

* Suriye sahasında İran ile Katar aynı cephede gözükmüyor. Ancak krizin sürmesi halinde ikinci aşamanın İran, Türkiye olduğunu söylüyorsunuz. Çelişkili bir durum değil mi?

Suudi Arabistan'ın bundan sonraki aşamada hedefi İran ve Türkiye olacaktır. Şu an bunun alt yapısı hazırlanıyor. Suudi Arabistan'da sosyal medyada Türkiye menşeli ürünlerin boykot edilmesi kampanyası başlattı. Gümrük Bakanlığı'ndan Türkiye menşeli ürünlerin Suudi Arabistan'a sokulmaması talep ediliyor. Aynı kampanyanın BAE'de de başlatıldığını görüyoruz. Medya saldırıları doğrudan Türkiye'yi hedef almaya başladı. Krizin ilk gününden beri zaten İran hedef alınıyor. Hedefe alınmasının en temel nedeni ise Katar'ın İran ile olan ilişkilerini devam ettirmesidir. Burada Katar Körfez İşbirliği Konseyi'nin (KİK) bir parçası olarak hizaya getirilmeye çalışılıyor. Yani bunu NATO gibi bir konsept belirleyip, yani KİK ülkesi bütün ülkelerin aynı dış politikası stratejisine uydurulmaya çalışıldığını görüyoruz. İran ile ilişkiler ise Suudi Arabistan'ın en fazla tepkisini çeken husus. Kesinlikle ne Bahreyn ne de BAE tarafından kabul edilemez bir şey. Tabii ki, bu süreçte Katar'ın en önemli iki gerekçesi var. Biri Müslüman Kardeşler ve Hamas ile olan ilişkisi. İkincisi de İran ile olan ilişkisidir. Hatta Mısır'da da bir takım internet siteleri haberler yaptılar. İşte Devrim Muhafızları Katar Sarayı'nı koruyor. Fakat bunların astarı olmayan haberler ama en azından İran-Katar ilişkisine yönelik enteresan çıkışlar bunlar. Katar da İran ile olan ilişkisini inkar etmedi.

Suriye konusunda ya da başka konularda farklı farklı bir takım tavırlar içerisinde olsalar bile gelinen noktada Suriye krizi o keskin kutuplaşmaları atlatıldığı bir dönem. Esasında Körfez ülkeleri arasındaki sıkıntıyı ortaya çıkaran şey, Katar'ın Yemen, Libya ve Suriye'de Suudi nüfuzunu kıran, izlediği stratejiye aykırı düşen bir takım siyasetler belirledi. Libya'da doğrudan çatışıyorlar. Yani savaşan taraflara baktığımızda bir tarafta Katar ve Türkiye, diğer taraftan BAE ve Suudi Arabistan ile Mısır olduğunu görüyoruz. Üçüncü taraf da IŞİD. Yemen'de biz koalisyonun homojen olduğunu zannediyorduk. Aslında görüldüğü gibi homojen değilmiş. Yeni su üstüne çıkan Yemen'deki ihtilaflar bunu gösterdi. BAE, Yemen'i kuzey ve güney diye ikiye bölmeye çalışıyor. Dolayısıyla Yemen bölündükten sonra Ensar'lı hareketin ve eski devrik Cumhurbaşkanı Salih'in bunları İran yanlısı olarak suçluyorlar. Bunları kuzeyden ve güneyden sıkıştırarak, kuşatma altına almak, böyle bir bölünme sağlanırsa etkisiz hale getirebileceğini düşünüyorlar. Ve böylece Yemen'i şekillendirebileceklerini düşünüyorlar.

Bu anlamda Yemen'in bu perspektifte bakıldığında bölgenin bir minyatürü olduğunu ya da Suriye için de aynı şey söylenebilinir. Yani buradaki bir bölünme gerçekleşirse bütün bölgede benzer Sykes-picot benzeri bir mühendislik ve dizayn çalışması söz konusu olabileceğini düşünüyorum. Şehir devletlerine kadar ufalanarak süren bu süreçte Kuveyt tarzı devletler yaratılmaya çalışılacak. Tabii bunlar güçlerinden arındırılmış, orduları bulunmayan ya da orduları bulunsa bile çok sınırlı güce sahip ve batıya bağımlı ülkeler isteniyor. BAE ve Suudi Arabistan'da bunu temsil ediyor aslında.

* Katar meselesine dönecek olursak...

Yemen, Libya ve Suriye'de ters düşmeleri Katar'ı biraz da İran'ın yanına itti. Katar, bundan sonraki süreçte İran'a düşman olmaktan çıkarak, hem medyatik hem askeri hem de ticari olarak daha fazla İran'ın yanında olması bekleniyor. Türkiye ile de aynı şekilde... Çünkü, BAE ve Suudi Arabistan politikaları Katar'ı bunların yanına itmiş durumda. Yani Müslüman Kardeşler ve diğer faktörler bunların içerisinde. Ama bu üç ülkedeki çatışmalar Katar açısından gerçek düşmanın İran ya da başka bir unsur değil. Suudi Arabistan ve BAE olduğunu gösterdi.

* Süreç İran'a askeri bir müdahaleye dönüşür mü?

Körfez ülkeleri askeri müdahaleye yapmaya kalkarlarsa bunun başarı şansı oldukça düşük. Çünkü, Suudi Arabistan ve BAE Suriye'de İran'a yenildiler. Yemen'de İran ile baş edemiyorlar. Burada bile henüz İran ile baş edemeyen ülkelerin İran'a dönük bir operasyon yapma ihtimalleri yok. Körfez ülkelerinin bunları tek başına yapması mümkün değil. Ama, eğer Amerika bütün kurumlarıyla İran'a askeri operasyon kanaatine varırlarsa, ki ben bu kanaate vardıklarını düşünmüyorum. Çünkü; hala Amerika’daki o ciddi kuruluşlar İran ile olan nükleer antlaşmasının devam etmesini yana olduğunu ifade ettiler. Ama diyelim ki böyle bir karara varıldı. O zaman ancak bir askeri operasyon yapılır.

* Bu bağlamda Hamas'ın yayınladığı "Yeni Siyaset Belgesi"nin küresel entegrasyon sürecinde gerçekleştirilmiş önemli bir manevra olarak değerlendiriliyor. Ancak uluslararası egemen güçleri tatmin etmediği anlaşılıyor. Hamas silahlı mücadeleden vazgeçer mi?

Küresel güçlerin başta İsrail olmak üzere vazgeçilmez iki temel unsuru var. Birincisi, İsrail'in güvenliği, ikincisi de enerji hatlarının güvenliğidir. Yani bölgede yaşanan emin olun her krizin arkasında mutlaka İsrail faktörü vardır. O yüzden Hamas'ın dediğiniz gibi son değişikliğinden memnun olmadılar. Güç merkezlerine yakın kişilerin ya da analistlerin yaptığı yorumlara baktığımız zaman hepsinde söylenen şey şuydu: ‘Bunlar ayrıntı şeyler. Bizim için hikaye, bizim için çok fazla da önemi yok. Bizim için önemli olan iki şey var. Bir, Hamas'ın doğrudan İsrail meşru bir devlet olarak tanıdığını kabul edeceğini deklere etmesi, ikincisi de silah bırakması.’ Hamas İsrail'in katliamlarına karşı radikal bir başkaldırı sergiledi. Bu radikal başkaldırı Filistin halkı tarafından da kabul görüldü. Şimdi Filistin halkının sahiplendiği o ilkelerden vazgeçilirse Filistin halkı da Hamas'tan vazgeçer. Hamas bunu çok iyi bildiği için bence hiç bir zaman silahlı direniş seçeneğini elden bırakmayacaktır.

* Bu sürecin Türkiye ayağını irdeleyelim biraz. Neler düşünüyorsunuz?

Katar'dan sonraki aşamanın Türkiye olduğunu söyledim. Hatta Türkiye ve İran, Katar ile stratejik olan ilişkileri bağlamında Fethullah Gülen kartı gündemi gelebilir. Devreye sokulabilir. Çünkü, Muhammet Dahlan'ın aynı zamanda 15 Temmuz darbesinde de finansal bir sponsor olarak yer aldığı ifade ediliyor. 17-25 Aralık özellikle ses kayıtlarının sızdırılmasının Dubai'de planlandığını ve gerçekleştirildiği çok ciddi iddialar ile gündeme getirildi. Özellikle BAE yanlısı ve Suudi yanlısı medyanın darbeye olan ilk saatlerdeki desteğini, darbe başarıya ulaştığı şeklindeki haberleri göz önüne alırsak, doğrudan darbenin içerisinde olmamasına rağmen darbede hangi tarafta yer aldıklarını gösterdiler. Dolayısıyla Türkiye'yi zayıf karnından yakalayacak bir takım stratejilere başvurma ihtimalleri var. Tekrar Muhammet Dahlan faktörü gündeme getirilebilir. Yeni bir askeri darbe girişimi olabilir. Yine Fethullah Gülen üzerinden. Bunun dışında Türkiye'nin en önemli zayıf karnı ekonomi üzerinden yapılabilir. Türkiye şu an çok ciddi bir ekonomik krizden geçiyor. Suudi'nin Türkiye'ye çok ciddi bir yatırımı var. Hatta, şu ana kadar Türkiye'de yaptığı yatırımlar var. Dolayısıyla bunları geri çekme, Türkiye ürünlerini boykot etme, Türk firmalarıyla çalışmayı bırakma gibi bir takım faaliyetlerde de Türkiye'deki ekonomik yapı kuşatma altına alınabilir. Ya da en azından bir darbe vurulmaya çalışılabilir. Dolayısıyla ekonomik anlamda zayıflatılabilir.

* Anlatımlarınızdan ve sürece baktığımızda Katar üzerinden Türkiye ve İran’ın yakınlaşması söz konusu. Oysa Türkiye'nin "Pers yayılmacılığı" karşıtı açıklamaları var. Bu çelişkiyi nasıl açıklıyorsunuz?

Türkiye, şekillendirilmeye çalışılan Ortadoğu'da Müslüman Kardeşler ve Katar ile beraber kendisinin de hedef alınacağını hissetti. Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler aslında çok kompleks. O kadar basit ilişkiler değil. İki ülkede birbirine muhtaç, iki ülkede birbirine tarihsel entegrasyon içerisinde. Dolayısıyla bir taraftan birbiriyle bölgesel bir rekabet içerisindeyken diğer taraftan da kendilerini bir çatışmaya sürükleyecek unsurlara karşı da müteyakkız durumdalar.

* Ortadoğu'daki gelişmeleri, özellikle Kuzey Suriye'yi dikkat aldığınızda Kürt jeopolitiği Türkiye'nin iç ve dış politikasını nasıl etkiliyor ve Ankara'nın soruna yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ankara'nın soruna yaklaşımı çok sağlıklı gelmiyor bana. Çünkü, Kuzey Suriye'deki meseleleri gerçekten içinden çıkılmaz bir hale getiren bir anlamda Türkiye'nin tavrı oldu. Kuzey Suriye'deki Kürt varlığına yönelik ama özellikle de PYD çizgisine yönelik tavrı oldu. Bu süreç tabii ki sadece Suriye ile başlamadı. Suriye sadece bunu tetikleyen bir unsurdu. Aynı zamanda da içerde de 'Çözüm Süreci' rafa kaldırılarak, askıya alınarak aslında bir anlamda Suriye meselesine de dönük tavrını da belli etmiş oldu Türkiye. Ayrıca bu gelişmeleri birbirinden ayrı görmediğini de deklere etmiş oldu. Aslında AK Parti 'Çözüm süreci' ile birlikte tarihin en kronik sorunlarından biri olan Kürt sorununa yönelik en ciddi çözüm önerilerini getiren bir parti olarak tarihe geçme fırsatı yakalamıştı ve gerçekten de şu ana kadar hiç atılmamış adımları atmıştı. Ama, hem atılan adımların çok planlı ve programlı olmaması hem de başka bir takım nedenlerden dolayı bir çıkmaza girdi Türkiye. Özellikle Türkiye'deki milliyetçi bir takım odakların da baskısıyla barış sürecini askıya aldı. Tabii burada Suriye süreci mi barış görüşmelerini olumsuz etkiledi veya barış süreci mi Suriye'yi olumsuz etkiledi? PYD'ye yönelik bakış? Bunları kestirmek güç ama birbirini besleyen iki unsurdan bahsetmek mümkün. Bu anlamda Türkiye eğer meseleye daha esnek yaklaşabilseydi, Suriye'deki durum bu kadar çıkmaza girmezdi. Yani hem bunu Kuzey Suriye için söylüyorum hem de Türkiye'nin resmi tavrındaki PYD ve PKK çizgisi karşıtlığı, Beşar Esad karşıtlığı bir takıntı hale gelmiş durumda. Bu iki takıntı Türkiye'nin Suriye'de yaşadığı fiyaskoların iki ana nedeni olarak görülebilir. Bu bir kriz. Bu Türkiye Cumhuriyeti'nin işte belli periyotlar ile yakalandığı hastalık.

Daha önce Salih Müslim ve YPG komutanları açıklama yapmışlardı. Türkiye ile birlikte hareket etmek istediklerini söylediler. Yani eğer gerçekten böyle bir durum söz konusu olsaydı, PYD ile bir işbirliği olsaydı Amerika'ya ihtiyaç olmazdı ve bölgesel aktörler Suriye krizini kendi aralarında halledebilirlerdi. (dihaber)

Öne Çıkanlar