Dört işlem

Taşı taş üstünde bırakmayan şiddetinizin içinizden doğrulup gelenler ahlarını bir gün mutlaka kapınıza bırakacaklar.

Her seferinde dört işlemle sınıyorlar bizi.
Çarpıyorlar kan, çıkarıyorlar sürgün, bölüyorlar paramparça hasret, topluyorlar hayat eksik. Rahat yüzü vermiyorlar.

Biz ipini koparmış yoksullarız, kaybedeceğimiz zincirlerimiz bile yok.
Vurulanların bedeninden caddeye saçılmış mutsuzluğuz.
Çekilmiş fotoğrafta asla solmayan, kendi derdine düşmeyen vicdanız.
Geceleri sabaha çıkaran biziz.
Uyuduğunuz uykunun sahibiyiz.
Biziz yoksulların, yok sayılanların, ezilmişlerin, sürgünlerin, dünyada ahı kalmışların kalbini avucunda ısıtan.
Azınlığa çıkmış olsa da adımız hiç az değiliz, öldürüle öldürüle tükenmeyeniz.
Soru soran biziz, cevap arayan biz.
Kitaplarda okunmayı sabırla bekleyen satırlarız.
Yorgunluk bizim bedenimizle kendini dışa vurur.
Acı bizden kendine yol bularak çıkar dünyaya.
Havalanmış da konacak dal arayan kuş gibidir sesimiz.

Hangi ülke ve şehirde yaşarsak yaşayalım kirasını ağır aksak ödediğimiz bir evimiz, evimizde asla dolduramadığımız buz dolabımız, içimizi ısıtmayan fırınımız, ödemekte zorlandığımız faturalarımız, gelecek verme derdine düştüğümüz çocuklarımız var.
Gözlerimize uyku damlar damlamaz rüyası kabusa dönüşen, her gün hayatları yeniden işgal edilenleriz.
Her kontrol noktasında olmadık anda yolu kesilen, dili suç unsuru, memleketi suç mahali olanlarız.
Kimine göre gittiği yere dağını, ovasını, ırmak ve uçurumlarını beraberinde taşıyanlarız. Bilmezler fındığın bizi beklediğini, zeytinin dalında bizim için karardığını.

Devlete göre kimliği dağ olanlarız.
Hiç gitmediğiniz o köylerde geceleri uykuları delik deşik edilen biziz.
Su kıyıları besler bizi, akıp giden ırmaklar suç ortağımızdır bizim.
Gök sizin olsa da yer bizimdir, mezarlıklar şahidimiz.
Asla doymayan mezarlıklardan kalkıp geleceğiz bir gün.
Kefenlerimizi söküp üstümüzden, üstüne iki cümle ile kaderinizi yazacağız. 
Et ve tırnak olmadığımızı, kanla kader yazılmayacağını, hiçbir ulusun varlığının başka bir ulusa armağan edilmeyeceğini, kulağınız teneffüs zilinde olmadan öğreneceksiniz.  

Koşmuş, terlemiş, bir taşa oturarak yorgunluğunu atmış, acının içinde doğrulmuş halimizle yüzünüze döşediğimiz derin vadileriz biz.
Sizin sebep olduğunuz ağrıyı bitirecek olan biziz.
Gıdasını sevmekten alan dünya halklarının yanında yerini almak isteyenleriz.

Yaralarını hayat hakkıyla sağaltan ve o yaralarını bir yıldız gibi omuzlarında taşıyanlarız. Çocukların sevinciyle beslenen ağız dolusu gülümsemeyiz.
Gözyaşlarını yanağına gömerek acıdan sevince, sevinçten umuda yol alanız.
Kahır bizde eskir, üzüntü bizde göğe uzanır.
Bıçak attığınızda kan damlamayan duruşumuzla asla işgal edilmeyeniz.

Dudaktan çıkıp menziline erişmemiş sözüz.
Şiddetin bir türlü biçim veremediği dünyada dolaşıp duran haklılığız.
Çok uzaklara fırlatıp attığınız, bir gün mutlaka yolunuzu kesecek olan barışız.
Yeri gelince ölüsünü diriye, yeri gelince dirisini ölüye sayan, kaydı asla tutulmayanız.
Sınırlar boydan boya böler bizi.
Hasretin kıymetini biz biliriz, bir gövde olarak gelişip serpilmek bizde hayat bulur kendine.

Taşı taş üstünde bırakmayan şiddetinizin içinizden doğrulup gelenler ahlarını bir gün mutlaka kapınıza bırakacaklar.
Bu hep böyle gitmeyecek, gün gelecek insanlığa karşı işlediğiniz suçlarınızı alt alta toplayıp, her birinizin payına düşeni bölerek, varsa sevaplarınız onları da suçlarınızdan çıkararak, insanlık meydanında çarpacağız sizin suratınıza. Halk nazarında düşkün ilan edeceğiz sizi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi