İki ülke, iki başkan, iki itirafçı

Biri despotluk yolunda henüz yeni, diğeri kıdemli. İkisinin de başı itirafçılarla dertte. 'Tek adam' olayım derken 'vatana ihanet' ya da 'insanlığa karşı suç'tan yargılanmak da var.

Dünyanın iki ucundan iki portre ile başlamak istiyorum Artı Gerçek yazılarıma.

Bugünlerde ikisi de aynı haberleri dinliyor aynı yerlerden gelecek işaretleri bekliyorlar. Birinin henüz çiçeği burnunda sayılır. Seçiminin üzerinden neredeyse 1 yıl geçti. Göreve geldiğinden beri başı hem de en yakın adamlarıyla dertte. Bir türlü düze çıkıp kendisine henüz bir ekip bile kuramadı.

Diğeri iktidara yapışık. 1994'te oturduğu belediye başkanlığı koltuğundan zıplaya zıplaya ta cumhurbaşkanlığına kadar geldi. Çekirgelere taş çıkartır bir hali var. Kaçıncı kez zıpladı, bazen tökezledi ama düşmedi.

Şimdilerde ikisinin de başı Michael Flynn ve Reza Zarrab diye iki adamla dertte.

Önce biraz, hepimizin yakından tanıdığı kıdemli siyasetçi Recep Tayyip Erdoğan'ın ülkesini nasıl bir uçuruma sürüklediğine bakalım.  

Reza Zarrab ya da nam-ı diğer Rıza Sarraf hakkında Artı Gerçek için hazırladığım dosyada bu dava Türkiye'yi yönetenleri de sanık sandalyesine oturtacak kadar büyük bir dava demiştim. Dava ilerledikçe bu görüşlerim değişmediği gibi, tam tersine pekişti.

Reza Zarrab dosyasında nasıl uluslararası bir çete organizasyonu ile karşı karşıya olduğumuzun ve bu organizasyonun suç örgütleriyle ilişkisinin fotoğrafını çekmeye çalışmıştım. -1  -2  -3

Şimdi bu fotoğraf, Türkiye'yi yönetenleri savaş suçlusu haline getirebilecek bir noktaya doğru ağır adımlarla gidiyor. Bakmayın, "bize bir şey olmaz, bundan bir şey çıkmaz" diyenlere.

Erdoğan'ın bir zamanlar oğlu gibi gördüğü Reza Zarrab, manevi babasına Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin yolunu açacak bilgileri birer birer ortalığa saçmaya başladı bile. Tek tutuklu sanığın adıyla anılan, "Hakan Atilla ABD'ye karşı" davası geçtiğimiz Pazartesi günü New York'ta başladı. Davada kimler yok ki, altın saatli eski bakan Zafer Çağlayan gıyabında yargılananların başında geliyor.

ERDOĞAN ADI RESMEN DOSYADA

Zarrab, davanın daha ilk günlerinde Egemen Bağış, Muammer Güler ve Recep Tayyip Erdoğan isimlerini zikrediverdi.  Duruşmalarda şimdilik rüşvetin nasıl havalarda uçuştuğunu dinliyoruz. Nasıl bir yolsuzluk ağı kurulmuş, siyasiler, bürokratlar bu ağa nasıl dahil olmuş, kimler bu ağın neresinde duruyor onları izliyoruz. Ama bu rüşvetin nasıl bir çete organizasyonunu çevirmek için verildiğine, davanın asıl konusunu oluşturan İran'a yönelik ambargonun delinmesinden kimlerin nasıl faydalandığına henüz gelmedik. Buralara gelir miyiz diye sorarsanız, dava iddianamesinde bunlar var. (Amerika Birleşik Devletleri Adalet Bakanlığı sitesinden bu iddianameye ulaşmak mümkün.) Her ne kadar Zarrab sanık olarak bu iddianameden çıkarılsa da iddianamenin içeriği değiştirilmedi.

Eylül ayı başında hazırlanan son iddianamede, Zarrab'la birlikte sanık sayısı 9 idi. (Tek tutuklu sanık ve Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla, Eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Halkbank eski CEO'su Süleyman Aslan, Halkbank eski yöneticisi Levent Balkan, Zarrab'ın bazı şirketlerinde ortağı olarak görünen Abdullah Happani, Zarrab'ın kardeşi Muhammed Zarrab (Can Sarraf), Camelia Jamshidy (Kameliya Cemşidi) ve Hüseyin Necefzade). İddianamede yeralan bu isimlere yönelik suçlamalar arasında tabii ki altın kol saati takmak yok. ABD'nin bu durum pek umurunda olmamış. Ama ABD'yi ve özellikle de ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak, İran'a yönelik uluslararası ambargoyu delmek, banka dolandırıcılığı, kara para aklamak ve tüm bu suçları işlemek için de kumpas kurmak bu isimlere yöneltilen suçlar arasında sayılıyor.

TERÖRE DESTEK

ABD'nin terör örgütleri listesinde adı geçen İran kurumlarının adları iddianamede neredeyse teker teker sayılmış. Bunların başında İran Devrim Muhafızları Ordusu geliyor. Ordu'yu ayakta tutan en önemli kurum olarak da İran Milli Petrol Şirketi ve diğer bazı şirketler sayılıyor. Bunlarla yapılan ticaretin belgeleri iddianameye eklenmiş. Hizbullah adı özellikle anılıyor. Mahan Havayolları ve Mellat Bank'ın açıkça Hizbullah'a destek verdiği söyleniyor. Zarrab ve arkadaşlarının bu kurumlara havaleleri, yazışmaları da iddianamede yerini almış. Örneğin Zafer Çağlayan açıkça, "İran hükümetine servis sağlamak ve bunu ABD'den gizli tutabilmek için 10 milyonlarca dolar rüşvet almakla" suçlanıyor.

Dava aslında, AKP'nin bütün "hukuka sonuna kadar bağlı yöneticileri"nin söylediği gibi büyük ölçüde dinleme ve izlemelere dayanıyor. Zarrab'ın itirafçı olmayı kabul etmesiyle bu dinlemeler de, elde edilen belgeler de artık resmen kanıt haline geldi, işte o bölümünü es geçiyorlar . Yani Zarrab'ın yazışmalarından elde edilen belgeler için Zarrab, "Doğru bu yazışmayı ben yaptım" dediği andan itibaren artık hiç kimse bu belgenin gerçek olup olmadığını ya da bu belgenin hangi yolla elde edildiğini sorgulayamayacak, bunu bilmezden geliyorlar. Anlaşılan o ki, dinlemeye takılan isimler bir gün bunların kamuoyu önüne saçılabileceğini hiç hesaplamamışlar. Yapılan işlemlerdeki fütursuzluk da bunu ortaya koyuyor, yani minareyi çalmışlar ama kılıf bile hazırlamamışlar. Zarrab'ın "Dubai'den buğday aldık (hayali ihracat) ama hataydı çünkü Dubai'de buğday yetişmiyor" itirafı, iddianamede yer alan Süleyman Aslan'ın "yolladığınız malla gemilerin tonajı uymuyor, 20 ton malı 13 tonluk gemiyle yolladığınız var belgelerde. Dikkat edin biraz" uyarısı bu organizasyonun nasıl büyük bir rahatlık içinde çalıştığını da ortaya koyuyor.

Zarrab'ın "Reis"i Babek Zencani'nin ABD tarafından yasaklılar listesine alınmışken Türkiye'de elini kolunu sallayarak gezdiğini, şirket sahibi olduğunu, açılışlara katıldığını hatırlamakta yarar var.

ÇOK ULUSLU SUÇ ÖRGÜTÜ

Bir ayağı Hong Kong'da, bir ayağı Hindistan'da, bir ayağı Rusya'da, Tacikistan'da, Azerbaycan'da, Birleşik Arap Emirlikleri'nde olan Türkiye ve İran merkezli çok uluslu bir suç örgütünden söz ediyoruz. Dava dosyasına göre, birilerinin basitleştirmeye çalıştığı gibi, bir rüşvet organizasyonu değil bu organizasyon. BM'nin, ABD'nin, AB'nin ambargo kararının delinmesinden söz ediliyor. Üstüne üstlük de bu ambargo kararları alınırken çok sayıda kişi ve kurumun terör örgütlerine destek olmakla suçlanıp yasak kapsamına alınması da var dosyada. Hizbullah deniyor, İran Devrim Muhafızları Ordusu, Mellat Bank, Mahan Havayolları, Bank Sermayeh açıkça terör örgütü kapsamında sayılıyor. Bu kurulan uluslararası organizasyonun, bir yandan İran'a yönelik ambargoyu etkisiz hale getirdiği bir yandan da İran'ın bu örgütlerle ilişkisini sürdürmesini sağladığına vurgu yapılıyor.

Bu ambargo haklı mıydı haksız mıydı, adı anılan organizasyonlar terör örgütü müydü değil miydi konusu tamamen farklı bir tartışmaya götürür bizi. Ekonomik ambargoya karşı çıkmak elbette ki haktır. Buna karşı çıkmak yerine bundan nemalanmak ise suçtur. Üstelik de çaldığınız halkın parası, bu suça ortak ettiğiniz de koskoca bir ülke ise.

Olayın bir de İran ayağı var. Suyun başındaki adam Zencani, bugünlerde gözünü Zarrab davasına dikmiş bekliyor. Bilindiği gibi Zencani, iki ortağıyla birlikte zimmetine para geçirmekten İran'da idam cezasına çarptırıldı. Ama İran, muhtemelen Zencani'yi ve iki arkadaşını en azından bu dava bitene kadar idam edecekmiş gibi görünmüyor. Zencani'nin itirafnamesinde Türkiye'de 8.5 milyar dolar rüşvet dağıttığı var. Bugüne dek New York'taki davada konuşulan ve iddianameye konu olan rüşvet ise henüz 100 milyonlar dolayında. Yani devede kulak bile değil.

Hatırlanacağı üzere, Newyork'taki davanın yargıcı Richard Berman, Hakan Atilla'nın savunma ekibine iddia makamının elinde bulunan bazı belgelerin ancak sansürlenmiş versiyonuna erişim hakkı verdi. Gerekçe olarak da  "Şahıs-1" olarak adı geçen bir tanık ya da sanıkla ilgili koruma kararı gösterildi.

Bu koruma kararı kalkmadan 8.5 milyarlık rüşvetin kimlere gittiğini öğrenebilir miyiz belli değil.

Şimdi biraz da çiçeği burnunda politikacının yani ABD Başkanı Donald Trump'ın durumuna bakalım. Trump, bilindiği gibi İslamofobik bir başkan. Göreve gelir gelmez ilk iş olarak Müslümanların ABD'ye girişini engellemek için vize yasağı kararı aldı. Yargı karşı çıksa da bu kararın uygulanması için epeyce de yol katetti. Trump'ın seçim kampanyasında birlikte çalıştığı bir isim vardı: Emekli General Michael Flynn.

İSLAMOFOBİKLERLE İŞBİRLİĞİ

Flynn, Obama yönetiminde Pentagon'un haber alma teşkilatı DIA'in başındayken Obama ile Suriye konusunda ters düşüp görevinden ayrıldı. Flynn'in de İslamofobik olduğu, Erdoğan'ı hiç sevmediği ABD basınında defalarca yazılmıştı. Ama nasıl olduysa oldu, bu İslamofobiklerin yolu Erdoğanla kesişti. ABD hakkında bugüne dek söylenmedik söz bırakmayan Erdoğan ve yandaşlarından Trump aleyhine tek bir söz bile duyan olmadı. Flynn, önce yüklü bir para karşılığında Türkiye'nin lobiciliğini üstlendi. Trump Göreve geldiğinde ise "Ulusal Güvenlik Danışmanı" oldu. Görevi neredeyse 20 gün kadar sürdü. Rusya ile kurduğu ilişkiler nedeniyle istifa ettirildi. Bu dönemde de hem Zarrab'ın hem de Fethullah Gülen'in para karşılığı Türkiye'ye kaçırılması için Türkiye'nin dışişleri bakanı ve damat bakanı ile pazarlık yaptığı iddia edildi. Flynn de Trump'ın kampanyasına Rusya'nın destek verip vermediğini soruşturan savcı ile işbirliği yapmayı kabul etti, yani o da itirafçı oldu. Şimdi Trump'ın da Erdoğan'ın da kulağı bir yandan Zarrab'da, bir yandan da Flynn'de. İşin ucunda vatana ihanet suçu var ne de olsa. Trump, bugünlerde İsrail'e rüşvet üzerine rüşvet veriyor. Son olarak da Kudüs'ü başkent olarak tanıma kararı aldı.

"One minute" diyen biri var mı, duydunuz mu?"

Boşuna beklemeyin, kimin umurunda şimdi Kudüs. Mağdurların ittifakı var iktidarda.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi